27.8.09

Çöl ve Çember / Çöl Denemeleri 14

Çöl Denemeleri No: 14

ÇÖL ve ÇEMBER: Tekrarların Israrlarına Kulak Ver

Gözlerini söktüğün kambur gökyüzünün cilasına yaslandı bütün eklemler ve yıldızların üstüne su serpip söndürdü avuçlarına dökülen ter. 

Kıymıklarına batan çizgilere dolan yoldu bütün izler, kenarları çentik kollar bulvarında yüzleri çürümüş bir kaç gölgenin diline sus'tu darbesiyle gözü kara hançer.

Deliler!

İs gibi dudaklarına gecenin yangın çalan fettan dilber, 
dans eden alevin bileklerinde ziller, 
kıvrılıp avuçlarında kırılan zar esvaplı kumarbaz yürekli gam keder, 
parmakların hesabını tuttuğu çetelesine heybesini asmış ciğeri beş para etmeyen ince bir hastalığın nufuzuna geçirdiği bitirim dişler, 
habis dedikoduların can çatlatan nazarında kör bir usturanın sırtını topuklarına bileyler 
sızdığı kanın içinde arsızca savrulan afyonun ta kendisi olmuş dansöz raks eyler.

Tekrarların ısrarlarına kulak ver!
Döndü durdu çember.  

Hız sarhoş eder diyen bir yelin yelesine gizlenmiş fırtınanın içinden, 
geçince feleğin geometrik geçmişinden, rivayetine kurban arayan bir kum saatinin ters düz hayallerinden
sarsıldıkça silkelendi, silkelendikçe ufalandı, ufalandıkça çoğaldı, çoğaldıkça zerrelendi  
ve serpti tanelerini 
ÇÖL!

Teninden ateşini ağlayan göğün ışık kavgasından göçebe 
gündüzün ağzından düşürmediği tövbesi karanlık 
dolaştı adımların serkeş ezdiği geze-genleri
elleri tutmayan yağmurların taaruz talimleri
es geçmedi kumların cerehatine talipliği.

Yitti cereyanı, kustu gürültülü gri öfkeler
lisanlarını tüketmiş seslerin takibine indirgenmedi reaksiyonları radyoktif nöbetler.
Saklandı serçe yürekleri titrek tüylerinin altındaki damarlarına
ve kalp denen ancak barınırdı çocuk dünyaların karaladığı; boyasını bozduğu pürüzlü duvarlarda.

Çölün kuytuları dalgalandı meraklı fısıltılarla,
safça bir umutla yokladığı teninde kene gibi sinsi bir düşman
diken gibi aşikar bir dost aranıyordu.

Sihirbaz, 
kapalı gözlerini, koynunda uyuduğu dansöze bile çaktırmadan aralayıp çölü kolaçan etti.
Saçlarının diplerine dolan zerreler bile fark etmedi.

Şapka kıstığı gözleri ve içinden çoktan uçurduğu serçeleriyle, ilüzyonuna devam etti uyurmuş gibi.


Gözlerini taktığın dik kayaların pürüzünden ayrıldı hiçbir boşluk ve güneşin altına ateş serpip kanattı topuklarından toplanan kurum. 

Düzlüğünü atan zik zaklarla boşalan yolsuzluk; hiçbir iz yok, köşeleri kayagan bacaklar çıkmazında suretleri taze çoğu ışığın diline ses'ti uzaklığıyla korkak dikişler. 

Alimler!

Her şey tekrar eder.
İlüzyon perdesini kaldır yeter.
.
.
.

Durdu döndü çember.

13.08.2009

Nihan AYDIN ...*

Çöl ve Şair / Çöl Denemeleri 13

ÇÖL ve ŞAİR: diyalogda logaritma

İlüzyon parçalarına dağıldı,
tabiatıydı
serap da diyebilirlerdi ona belki, 
şarap demek de akıllıcaydı;
çölün zerrelerine karıştı.
Hareketlendi taneler, 
ince,
temastan korkar gibi temkinli
çölün teninde gezindiler.
Karşı karşıya geldiler. Bir savaşın şafağıydı zaman.
Günün en güzel renklerini kaçırıyoruz diyordu şair, sesi yankılanıyordu güneşe çarpıp.
Sihirbaz, seni neden özlüyorum dedi; seni nedense özlüyorum..
Şair- Çöl seviyor beni. Çöl sever kelimelerin ritmini. Çöl için şiirden daha başka ne elden gelir ki? 
Sihirbaz- Bizi bu şafak vaktinde karşı karşıya getiren sihri yok sayma. Şafak sana göre yangındır, bana göre kan. Bu kavgada bir hesap kesilecek. Ne bir intikam ne bir bedel. Bir hesap sadece. 
Şair- Benim uğruna savaştığım şey senin ulaşamayacağın her şeydir. Seni karşıma dikense esaretinden başka bir şey değil.
Sihirbaz- Yüzündeki alaycı gülümseme ahmaklığının aynası olurdu sana, eğer kendine bir kez bile bakmayı becerebilseydin. İstediğim şey canın değil, acın! Ve bunu elde etmesi zor değildir bilirim.
Şair- Geçmişimizin bize biçtiği renklere o halde! Tarih bizi boyamış bir kere.. Peki hangimiz kara şövalyeyiz hangimiz aydınlığa bürünen iyiliğiz? 
Sihirbaz- Şerefine yaşanması gerekenler! Elimde bir kadehim olsaydı seyyar hayatlarımıza kaldırırdım şu anda. İyiler,,miş. İyi ve kötü nerede?
Şair- Çanlar çalıyor duyuyor musun? Bana düştü bu şanslı müjde. Bir çağın tepesindeyiz.
Sihirbaz- Her melodi sonunda kendini suskunluğa terk ediyor.
Şair- Peki ya için? Niçin bu gün böylesin? 
Sihirbaz- Zaman parmaklarımın arasından düştüğünde, küçüktün. Dengesizliğin dengesini aramakla meşguldü hayat ve çok kayagandı. Öğreneceklerimiz vardı..
Şair- ..ki hala var. Gördüm, burayı inşa edişini gördüm. Gözlerinin evinden tek tek kum taneleri düşürüşünü, kumların içine bata çıka yürüyüşünü ve bir varmış bir yokmuş olan düşünü.. Şahit oldum, sessizliğinin kelimelerine. Küskünsün, çünkü seni ben..
Sihirbaz- Yanılıyorsun. Tutunamadık gecenin yüzüne. 
Şair- Hiçbir yerin tarifine uygun düşmeyen harita, çöller için hazırlanmıştı, hazırlıklı mıydık peki?
Sihirbaz- Evrilmeden önce mi devrildin, yoksa evriminin getirdiği gelişmeyi mi taşımayı beceremedin?
Şair- Nedense seni özlüyorum.., neden özlüyorum...
Sihirbaz- Çöl seviyor beni. Çöl sever yüreğin ritmini.. İşte sihir..

Gökyüzündeki evinden boşandı bir buzdan kristal, sadece çölü görmek için.


12.12.2008

Nihan AYDIN ...*

Çöl ve Su / Çöl Denemeleri 12

Hecelere bürün!
…ve kendini görecek bakışlarının derininde, 
gökyüzün.
Sema,
döndü... döndü… döndü.

Rüzgar, o gece gökyüzünden topladığı tüm düşleri dünyanın üstüne serpti. Bilinmezdi düşlerin geceye söyleyecekleri. Ne de olsa gaybın ve dehrin ufkunu kavrayamayacak kadar küçüktü gecenin ve düşlerin elleri. 
Dokundu sadece,
dokundu sadece bilmecenin çöl yanığı tenine. 
Hikayelerin düğümlendiği yerlerde birisi çıkar. Bu kişi düğümü zorlar; bazen gevşetir, bazen sıkar.
Avuçlarında çöl sızısı olan bir gece,
avuçlarında çöl acısı olan bir düş 
doldu sihirbazın benliğine. 

Gece, 
yıldızların bütün köşelerinden kavradı çölü. 
Fısıltılar sindikleri kuytularda dinmedi 
ve inledi tanelerin inşa ettiği kristal parmaklıkların her biri.
Böylece sihirbaz yüreğinin kafesine sığındı,
parmaklıklarda yangınlar bıraktı,
bağırdı:

“Varlığım yokluğunla ufalandı,
dikiş yerlerinden çekmekte hayatımın her bir satırı.
Ey su!
Durul!”

Kervanlar geçti bu çölden,
kavimler göçtü.
Kaç derviş içinde suya yanıp,
aşk ateşiyle öldü.

Rüzgar, dünyanın kulağına bir masal fısıldıyordu; yaşamak zaten bir masala ait olmaktı.

Sihirbaz, ardına baktı.
Peşi sıra yüreğinin kafesinin daha da derinine yürüdü.
Yeşil örtülü masanın üstündeki kırık aynayı eline aldı.
Ve gökyüzü kendini
sihirbazın bakışlarında tanıdı
serbest kaldı tüm yıldızlar.

Sonra gece devam etti yoluna..

Bir gümüş tef; dolu beklerken gökte ay 
ve nefesler nefislerden süzülen ney’ ken 
başladı çölde semalar.
Sema,

Döndü.. döndü.. döndü..

13.09.2008

Nihan AYDIN ... *

 

Küçük Bir Yıldız Konuşmasıdır

Küçük bir yıldız konuşmasıdır bu. Ay nasıl da güzel bir yıldız olurdu terk edilmeseydi, fakat hep bilindiği gibi, aynı ve yuvarlak. 
Yüz yok sana bu gece. 
Bu benim kadife bir kutuda sunulmuş sadakatsizliğimdir, eğil, ışığını dök ve kabul et.
Sonra parlak bir yıldız, işte çoğu kez seç beğen al coğrafyasından vaftiz etmeye değer bulunan. Sen benimsin bebeğim, sen: ben. 
Değil bu sefer, değil!
Hani anlamsız bir surata, bulmuş bir kafayla söylediğim; işte budur bizim göğümüz, ben onu evlat edindim, ben onu gasp ettim, ben onu hektar hektar; gümüş civa haneme geçirdim, gülelim; 
değil!
Sen de git. Cennetimden afaroz edildin!
Silik bir nokta buldum. Gel buraya. Seninle konuşacağız. Yarın seni kaybedeceğim. Sen en ölümlüsü seçtiklerimin. 
Ama ne mucize.
Bu kadar yokken varlığın.
Sen varsan o da var.
Geceyi böyle sessiz sevmemiştim, önce.
İşte bu sessizliğin içine ne atsan alır. Bu sessizlik öyle. Yığınlarca moloz, enkaz, ölü, canlı; hepsi!
Kimsenin seni hatırlaması yetmez, kimse fark etmeyecektir ne güzel. Yoksun desem öyle sahici, öyle gerçek.
İnadını gördüm, blöf yok.
Sen inat ettiğin için yaşıyorsan, ben inanırım.
Hadi birlikte benim dileğimi tutalım, göz kırpalım.
...
Ruj şekerli gözyaşı içimden geçmişti oldu ayakkabı ve iki kişilik komplo beyaz çiçek travmatik şarkı kafamda çalıyor topukların tanrıçası kızıl çingene ateş dansı ritim flaş kahkaha cadılık kariyeri kötüyüm ben şarkısı ve ciiiiiiiiii çocuklar bunu bir siz bir de benden öte benden ziyade köyün delisi çocukların partisi izleyin durmayın gözlerimle değil zerrelerimle: görüyorum!
...

Evet seçilemeyen yıldız, bir programın daha sonuna geldik, seninle o balkonda oturduk, sarıldık, kadehimize soğuk ve keskin bir ışık doldurup yudumladık.
Geleceğin geçmişini anımsadık, 
ki o bile gelmemişti henüz.
Sessizcesine sessizdi.


10.08.2009 

Nihan AYDIN ...*

Gelin Öncesi

Dokuzda uyanacağım. 
Ama belki de insanlarda bırakıyoruz. 
Nasıl giyinirim?
Kaçık bir filmdi ondan sevdim. 
Dvd.de de alt yazısız alternatifler. 
Geçen bir hafta. Seri denen şey rüyalar. 
Hani otobüsün ön camından fırladığım küçük bir dejavu sahnesi.
Korkuyorum, korkuyorum ve korkuyorum karesi.
Bu beyaz saçlı çocuğumdur, bana cenneti gösterdi tekrar ve gelmek için çok bekledi, az uğradı.
Ona hiçbir kara büyü bulaşmamıştı. O da bitti.
Biz ısrarla geceleri sevdik. 
Durmadan tekrar eden şarkılarla deli gibi zıplıyorduk, ayakları eziyorduk ve kendi bilmecelerimize gülüyorduk.
Biz esasında zıplamayı seviyorduk, ki rutinle bile kıyak eğleniyorduk.
Oksijenin bize yaradığı asırlardır. 
Gündüzleri çürüttüm. İnkar etmiyorum, onları keyifsizce öldürdüm. Silahımı çekip vuracağım bu azgın güneşi, def olup gitsin kendi cehennemine. 
Öğlenleri sırtımdan süzüldü. Kendimi başka bir yere attım. Şebekelerce yol aldım. 
Bir kaç eski film var, onlara baktım, baktım, baktım...
Nasıl? Öyle işte, güzel.
Şehri oradan izlemek, rüzgarlı ve en yakın uzak. Değil mi? Ya da bunun kısaltılmış hali.
Sonra anlattı.
Sonra bir başarı marşı söyledik, sarhoş.
Arkadaşlar, arkadaşlar, arkadaşlar.. 
Hani diyeceğim bir dönüştürme makinesi.
Şimdi çeker giderim koltuğu gelip oturdu kucağıma. 
Ellerimi açıp her zamanki gibi iki yana,
evet ben dürüstüm,
evet bu eller samimiyet.
Sonra koltuğumu da topladım geldim. 
Olağan bir hali var buranın.
Bir sürü haber atladı üstüme, kimisine sevdim, kimisine sustum. 
Şimdi uyurum.
Sonra gideriz. 
Üç saat geçer ve bir düğün şehri bizi kucaklar belki.
Ne garip her şey biraz belki
ve bir arkadaş evleniyor.
Gelip, gülümse dileğimi üflerim gözlerine.
Ve dakikalar yine akar geriye.


08.08.2009 / 5:58

Nihan AYDIN ...*

Benim Küçük Siyahdenizim

Ne garip.
Yine bir dönüm noktasındayız. Şehirler bitirdik, hikayeler bitirdik.
Kollarını gördüm. 
Şimdi ne acayip bir yerdeyiz bir dolu soru işaretiyle. 
Erteleyişler dönemi gözlerimin içine bakıp duruyor,
doğrusu durmuyor.
Devinim halinde yalıtım. 
Bir göl buldum. Ellerimle nefesini tarıyorum. Biz bir süredir, kısa bir süredir birlikte yer değiştiriyoruz; bundan bahsetmiyorum. Bir an orada olmuşuz, bir an burada. Bir varmışız bir yokmuşuz orada burada. Sonra diyorum, çok sonra için sadece sonra diyorum. Sonra'dıkça çoğalıyor. Gölü tarıyorum. Üflesem anafor olur mu? Şışşt, usul...
Sonra.

Anneannem yazları alıp beni şehirden arındırmak için o uzak yerlere götürürdü eski zaman hikayelerinde. Çiçek kokan çocuk yazım benim. Bir bulut usulca aşağıya indi. Bulut asansör aldı bizi. İşte o gökyüzünde görüp şekillere benzettiğimiz bulutlar var ya, onun içindeyiz ufaklık, anlıyor musun beni dedim. Gülümsedi çocuk yüzü. Eskiden onun yüzü benim yüzümdü. Şimdi ben rehbersem bu sahici bir oyun dedim kendi kendime; bu sahici bir saçmalık. Çocuk yüzlerine çok karıştım hep olduğu gibi. Beni de onlara karıştırdılar, güldüm içimden, itiraz etmedim. Çimenlerin üstünde kaydık, filan fıstık. Rüzgara aldırmadım, soğuk sularla yıkadım saçlarımı, yüzümü. Dedim kafayı üşütme ihtimalim yüzde sıfır, yeterince soğuktur benim beyin hücrelerim. Hep birlikte güldük. Yamaç bir kuytudan seneler öncesini izledim, bunlar hep sigara molası.. Bir hayaletin parmak izlerini aradığım da oldu. Patika yolları hep sevmişimdir, keçilik var serde:) İşte bu yol dedi eskiden olduğu üzere rehberlerimden biri; daha önce geçmemiştim ama bilirim; kervanlar araba yolu olmadan önce buradan geçerdi; burası göç yolu. Düşündüm, düşündüm, düşündüm geçenleri, hikayelerini, seneler öncesinin değen ayak izlerini. Silinmişti yol, çiçeklerin silgisi. Kurtlardan korkmadım, eski esrarengiz hikayelerden de (itiraf ediyorum bir gece biraz korktum ama kimseye belli etmedim, aramızda kalsın:). Kutsallığına inanılan suyu faili meçhul uyandırdık. Aramızda kalbi temiz birilerinin olduğu rivayeti söz konusuydu, bu bize baya bir ilham kaynağı oldu. Bir de bolca iskambil kağıdı ve okey taşı. Hep güneşliydi ama sıcaktan uzaktı ne güzel. Erimeyen karlar yine erimeyen karlardı. Düşündüm de sıcakla aramın bozuk olmasının belki de sebebidir. Bizden sonra hep yağmur yağmış. Biz yıldızları toplamıştık. Telefonculuk oynadığımız günleri anımsattı, saçları eskiye oranla daha da beyazdı. Dereye düştüğün günü hatırlıyor musun dediler, hep birlikte güldüler. İşte dediler; işte zaman makinesi, ileride size bu kalacak, gülümseyiniz. 

Nihan AYDIN ...*