15.12.08
B e n i B a ğ ı ş l a
teşhis ettiler meleği..
Beni bağışla!
Doğmadın..
Kavganın koynuna
çiğ gibi düşürdüm seni
ıslak.
İnançlarımın bileğini kes,
kaç adım atabilirse o kadar atsın
sindirilmiş
sendeleyen
sarkan ilmekleriyle hırpani.
İnançlarımın kangrenini sök!
Kargalar diyorum özgür kalsın
bu korkuluklar artık tabağımda,
ben çoktan gözden çıkardım
başkalarının düşleriyle oyalansın.
Elden düşme sendromlarım var
kelepire gitti hepsi
sırtımdan kazandı bütün doktorlar.
Ben batakhaneleri izleyip durdum,
izbe
köhne
sahici.
Çamura batıyorduk hep birlikte
fahişe oluyorduk hepimiz.
Çürüyordu nefes aldıkça oksijen etkisiyle
kokuşan kimliklerimiz.
Düşü(nü)yordum halbuki,
sırtından kazıdılar parmak izlerimi.
Kırıldım.
Beni bağışla!
Bilemezdin.
Çöküyordum basamak basamak…
Yıkıntıların arasında
amnezi gibi bıraktım seni
çıplak.
Her tuğlada biraz daha alkol
biraz daha izmarit.
Alışmak gerek,
hüznünü bonkör dağıtma küçük göz
çocuk gibi üzülüyorum.
Suçiçeği çıkartıyor bütün güzellikler;
Her yer natürmort!
Her ruh leke..
Ödeşmeli bir an evvel sokak
bütün fahişeleriyle..
Pandomim gibi ağlıyorum..
Samimi bir salgındı
sevmek hep kolay olmuştur nasılsa..
Beni bağışla!
Biraz ileri gittim.
Hafızandan taşınırım derhal,
ellerim havada
tutuklu
ve işgal altında…
İşte şimdi
beni azat et!
Nihan AYDIN ...*
24.11.08
bir günlük; günlük
Semtlerden bir semtte.
Evlerden bir evde.
..ve odalardan bir odadayım, bilirmisin:
duvarlardan bir duvarda,
aH(!) akordu bozuk, lanet hatıralar;
aH(!) dilini sevdiğim, karesini sevdiğim; sepyasına bittiğim hatıralar.
Bulsanıza hadi beni;
biteviye saklambaç,
sussanıza hadi beni..
Afişlerde, renklerde; iklimi bozuk bir mevsimde..
Şiir gibi bir akşamüstüydü burda, dündü; bilmezsiniz.
Sanat gibi bir akşamüstüydü ve ben sanat için
rol için
yapma için
yapmacık için
oyun için bir yolda;
öğrenmeye..
Kendim-dim oysa en öteki,
sosyal bir niteliği boşuna arıyorlardı;
her saniyemde sahnenin tozunu yutan benim ciğerimdi;
hayat denen soluksuz trajikomedi..
Gülsenize hadi beni(!)
Büyük bir sanatçı dur dedi; izle(!)
Toblo gibiydi binbir renkle.
Dünün ardından şimdi, yağmurlu sokak, ıslak sokak..
Kafamda ritmi bozuk bir plak, plağın melodilediği hüzn-ü kafa; bir de kıyak..
Cevap hakkımı kullanmak istiyorum İzmir, tebeşir gibisin. Yazdın ve sildin. Kurdun, inandım; sonra bozdun. Yine kurdun. Kurdun saatlerini, dinlemedim hiç.
Çaldılar saatler kurulu,
çaldılar ömrümden saniyeler.
Bütün şehirler borçludur şimdi bana, sen kadar; gezdiğim- yaşadığım- bildiğim bütün şehirler.
Atlas dokuyorum abi ben, dokunaklı bir yalan kodlayacağım. Atlas dokuyorum ben, coğrafyadan sıfır çakmış kilimler.
Duy beni şehir, gör ama bilme(!), tanıma ama aşina ol(!), sev beni şehir(!)
Ölme(!),
parantez içi ünlemlerde ölme!
23 kasım 08/ 01:33
Nihan AYDIN...*
Soğuk Beni Bir Kere Öptü
İmlası enfekte kader
Sargı bezleri yetmediler
Ve tuzla buz olmuş
Topla topla bitmez bir keder..
Yollardan geçtim kışlardan geçtim
Şimdi soğuk savaşlardan dönen
bilincim kirli ve yorgun
ruhu kesilmiş bir şiirin içinde
bir ihtimal yaşıyorum.
Parmak uçlarıma çabuk dokun
Soğuk beni bir kere öptü
ten kıvrımlarına sokulmuş bir bıçak;
ünlem(!)
toplamaya tenezzül etmedi sokak
sızdı kanlı bir eylem
hiçbir iyelik eki borç almadı
kalakaldı ortada isimden bozma
terkedilmiş yüklem..
Şimdi bir ölüsü bir dirisi olan sokağın
tüm ışıklara küskün
lambasıyımdır ben.
Gözlerimi sana sürdüm
koştu ezeli yokuşlar dört nala
gömleğinin yakasına
kaç bin volt sen anla.
Gözlerimi sana sürdüm,
sansürsüzdüm.
Çektin bayrağını ihtilalin
rotama.
Sarsıldı topraklarım
yine de
bu muazzam zaferin geçit törenine
katılımcı değildi adımlarım.
Birkaç nefes çektikten sonra senden
izmaritini içime basıp
gitmiştim,
sen sevgilim, bu sevdada devrimci
bense her düzene muhalif anarşisttim.
Şşşt!
Üşüyorum.
Nihan AYDIN...*
Perugia' da Bir Kadın
sorsam sana nedir adın,
biliyorum
susacaktın..
Festivaller tadıyordu kalabalık.
Soğuk en sevdiğim keskinliğinde,
soğuk en..
Gece ayaz.
Ve dans ediyor dışarda bilmece
üç beş hece
göğü buğulandıran nefesler eşliğinde..
Sokak çalgıcıları şenlendirirken üşüyüp evine kaçmış yıldızları
Perugia'da bir kadın gördüm.
Perugia'da bir kadın;
öyle bir kadın ki,
yürüyüp gitsem önünden
öylece bakışsız bakacaktın.
Evladının dişleri sömürürken göğsünü
neredeyse donacaktın.
Ve yürürken öylesine baktığımda
başını önüne eğdin
neredeyse ağlayacaktın.
Gözlerini görmesem inanmayacaktım.
Dışarda soğuk,
en sevdiğim keskinliğinde.
Dışarda düşmesine ramak kalmış bir gece.
Düşündüm de,
ayaz çatlatırken dudaklarını
gece(!)
gökyüzü kan ağlamalıydı üstümüze..
Nihan AYDIN...*
tuhaf düğün
birisi seslendirsin
kutsasın trajedileri
ve içimizdeki piyano tuşları
ruhumuzu süslesin.
Hiçbiri anlatamayacak harflerin,
yine de denesin..,
ne dersin?
Bizler deliyiz
koro değildir
biri gizlesin.
İşte tam da orada aş(ı)k
sonatlarca kanıyor ışık
dokunabilirsin
tınısı ne kadar da şık!
İç deminde
gözlerinden süzülen
gözlerini süzen
sıvı.
Bizi ele geçiren yalnızca birkaç sayı;
düş haritalarının diş geçirmediği..
Metrik sistemlerce hacmini daraltan
aş eren sancı.
Tuhaf düğün
ayaz düğün..
gece bürüyor.
Biri şu gerçekliği terslesin
yüzümüz yok bizim.
Matemimiz
duvağında sürüklediği tülden yıldızları
siz de içmelisiniz bu gümüş şarabı
Tanrının damarlarından sızıyor ay ışığı
ılık ve
usul adımları.
Tanrının damarları yok!
Duyumsayabilirsiniz sessizliğin
kalp atışlarını
ele geçiriyor yalnızlığını sokağın
Dolun gökten ay düşüyor
adımları üstüne basıyor
bizlerin…
Ay(ak) izlerini bulabilirsiniz gelinin.
Şimdi
birisi onu izlesin.
Nihan AYDIN...*
21.10.08
Fallen Angel
Uçmadan buhar
ve dağılmadan hayal
bileklerine temas et
fetiş karanlıklara uyarılsın damar
kan’a kan(a)sın har!
Acemi melek
düştü tanrının gözünden
düştü şehir
düştü zehir..
Zapt altında kırmızı
camdan göz yapacak
nefesi cehennem zanlısı.
Nedendir bilinmez
çerçeveler pembe yanlısı
oysaki gözlük kullanmaz düşler
çünkü yangının ardından
“gözden” döküldü kumdan taneler.
Yollar onu soruyor
düştü melek
cennetin göz çukurundan
kanatlarında öpüşlerin izi
tütsülüyor ciğerini
bir türlü benimsemedi onu
ismin bulunma hali.
Tutanak
tuttu kollarından
işledi gözlerinin gergefine
yasak…
Buzla bilenmiş bıçak
kesti iplerini kalbin
ah oyuncak
hem çözdü kadim bilmecesini dehrin.
Şimdi teni sorulsa söyleyemez
sıcağına çarptığı
hiçbir kucak.
Yollar onu düşlüyor…
Adı aşk söylencelerinde
hep kaçak
hep yarım kalacak.
Sattı ruhunu
acemi melek
kıskanmıştı sahibini.
...*
18.10.08
ve kapatıldı aşk
geriye hiçbir delil bırakmayan bir nabız noksanlığıyla
düğmesine basıldı
ve kapatıldı aşk
öncesindeydi
çocuk adımlıyorduk
şaşkınlıkla izlerken kürenin kabuğuna yapışmış
yer yüzünün en sakinleri
tıpkı zillere basıp kaçar gibi
küçülen ellerimiz
denkleştiremedi
oyunu kitabına uyduracak hiçbir denklemi
tıpkı duvarları çizip kaçar gibi
boyandık da acemi neşeye
yine de ellerimizden çıkmadı
duvarları kirlettiğimiz picassonun
efkar pasteli
şimdi tüm kelimeleri es geçmeli
seni ve beni
bir yerlerde unutup gitmeli
geri saydırmalı tüm aritmetiği
ve zehirli bilmeli
satırların delirdiği
geçmişin üç fazla beş noksan
dillendirdiklerini
şimdi
yokluğunda zaman ruhundan sarkan paçavralarla
kendinden utanmalı
tek celseyle boşanırken kendinden
dehrin her bir anı
ve sustu tüm şehir
geriye hiçbir kayıt kalmadı
...*
21.9.08
iç kelebeği
Ne diyordum,
evet,
beni anlamalısın kelebek, biri beni anlamalı!
Şimdi dışarıda yağmur var. Şu an uyumuyorum ve bir dolu kelimem var içimde. Bir şeyler yapmalıyım. Bu kadar kelimeyle bir şey yapılır besbelli, bir cadde oluştururum belki. Sonra sırtıma bir sağanak giyinirim ve birden bir adaya düşüveririm.
Gökten bu sefer ay kayar,
dolun haliyle bir ışık seli halinde üstüme akar,
ardından boğulurum bu aydınlanma ile.
Yine o duygu, hep o bildik; tanıdık duygu.. Zamanın mekanın ve eşyanın çaresizlik duygusuna kapıldığı, içimden sürrealist resimler fışkırdığı, dünyanın köşelerinden havaya dağıldığı o duygu..
Her şey kendinden geçmek üzere, her şey kendiyle terk halinde.
Bu bir veda, bu bir istasyon.
Bu bir deprem, bu bir devrim, bu bir dönüşüm,
ve yine..
Ve üstelik sessizce.
Kaç gündür içime, asma merdiven sarkıtmış bir kelebek var.
Tırmanıyor basamak basamak içime. Korkuyorum boğazımdan dışarı kaçıverecek diye.
Şimdi seslerden bir pelerin örüyor yağmur gecenin üstüne. Görüyorum, bu basbayağı bir pelerin. İnceden inceye tüm kentin üstünden kucaklıyor, binaların üstünden antenlerin çatıların üstünden, gökyüzüne bakan bir çift bebeğin üstünden...
Çıtırtılarla sakinleştirmeye çalışyorum kelebeğimi. Fon müziğini durmadan değiştiriyorum. Kelebeğimi oyalayacak hayaller üretiyor seri halde içimde bir düş makinesi. Seri numarası belli, zincirleme hayaller. Onu mutlu etmeye çabalıyorum, olduğu yerde kalmalı.
Dışarda yağmur yağıyor. Kelebeğim ıslanmak istiyor...*
20.9.08
İncelikli Serseri
Onu göreceksiniz;
Köşe başında öyle suskun ve kederli…
Bakışlarından dökülecek
Bildiğiniz ne varsa size unutturacak
O uğursuz bilgi.
Göze alabileceğinizden
Hep bir kademe fazlasıyla,
Ama yine de sadece
Öylesine bir deli…
Kalbi çoktur
Kalbi çocuktur
Çokça hikâyeye sırdaşlık etmiş
Yaşlı bir şarkının ritminde atmaya programlı
Kırılmış milyon defa sol anahtarı.
Maskeleriyle geçerken kürenin tüm soytarıları
İzlenmeye değer tek şaheserdir
Onun melodramı.
Notası kaymış bir melodiyle
Güftesi çalınmış bir bestenin
Yazanı ve bozanı
Sesini sakınmayacak sizden
İncelikli serseri
Kelamın yedi düvelini geçip
Sağ dönmüş kafasının yelkeni
Noktasız kalacaksınız
Ünlemsiz kalacaksınız
İmla kaybına uğrayacaksınız
Durakları
Kendinden kaçıyor
O hiç durmuyor
Hiç durmuyor!
...*
Monolog Müzikal
Kalbimin en terkedilmiş
En ızdıraplı köşesinde
Aceleci bir festival neşesidir
Üzülmesin kimse
Ruhumun sayısız otopsiyi kaldırmış cenazesinde
Bu sadece bir karnaval karesidir
Şimdi
Monolog bir müzikal gibi
Tüm çığlıklarımla ve sessiz
Hangi koltukta ben oturuyor
Hangi rolde hangi ben
Artık önemsizdir
Ve siz zaten hepiniz
En baştan gitmiştiniz
Perdenin önü de ardı da kalbimdir
Yalnız ve detone bir şarkı melodisinde
Gözlerimin dalıp gittiği
Sadece dakikanın sildikleridir...*
Sessizliklerde Yaşamak: Sesler Savaşı
ne senden
ne benden
ne bizden bahsedeceğiz;
yok olacağız düğümünü mahşere biçtiğimiz bu bekleyişte!
Kelimelere ihanetimiz
yaşamak duygusuna ihanetimiz
ve en acısı
kendimize ihanetimiz gibi;
sıfatlarla "en" diye tanımlayabileceğimiz bir seslenişte
çığlık olup
ardından
kamufle olacağız bilinmeze,
tıpkı "en" oluşumuz gibi!
Ama yalnızca plastik bir ihtimaldi
ihtiyatsız bir olasılık
şıkların kaydığı bir cevap anahtarı
belli ki bir zamana göre yanlışlık
belki de zaman kaybıydık.
Gittik rüzgar!
Gittik kuşlar!
Sesin sesimden artık geçmişti
oysa ben serden geçmiştim de
yine de geçmemiştim senden.
Gittik evrim!
Sesin sesimden taşındı.
Hayır, sanılanın aksine
kalpte değildi yangın.
Yalın bir cihan savaşı iç cephelerde;
bir boğaz harbi;
bir boğaz iltihabı sadece.
Ardından ateşkeslerin
bir yenik dedikodunun ses telleriyim.
Üstelik yorgunum,
kelimelerim enfekte..
Bak! Susmadım yine de
bulaştım her bir heceye
Kara humma!
Kara humma!
Sense yalnızca susuştun...
Suskunluğun bir salgın gibi
eline yüzüne bulaşıyor.
Suskunluğun bir saldırı;
anlamını aldanışlara anlamdaş tutmak istediğim..
Karışıyor seslere;
sesine değil.
Kurnazlığına takılıp ardına muhbir düştüğüm
kelimelerin..
Sessizliğin bir salon adabı
güvensiz ve yalancı sıkışılan eller tiyatrosu
gerçekçi görünmeye çalışan bir gülümseme
maskelerle gezinilen bir riya balosu
finali olmamış bir film
fazlasıyla yapmacık ve acıklı sessizliğin..
Şimdi kendimi kör açmazlara sadık kılmışken
kime şikayet edeceğim
ihanetimi ve varsızlığını?
Kime sevineceğim vuslatında
yok'suz arsızlığını?
Kelimemdin!
Kimse seni benim kadar ince
kimse seni benim kadar yudum yudum
anlayamadı
hece hece
ve
zerre zerre.
Şimdiyse
içimde kelimelerim azalıyor.
Sonra içimde terkler..
Ardından içimde sonsuz bir artış;
sonsuz bir devinim!
İçimde nüfuslar patlıyor!
Hangi kimseler?
Hani kimseler?
Bilmiyorum.
İçimde tanımadığım sesler;
eskisi gibi
ama asla eskisi olamıyor.
Geriye kalansa
dudak kıvrımlarında unutulmuş
bana ait bir gülümsemece...
İmlanın zulmü
ve sessizliklerde yaşamak sadece...*
18.9.08
Şevk Bu Dem
Söyle, dinler semalar şeydȃ olsan
Fasl cihandan ruha aşk senden dolar
İlm görensek göze hilkat, şems doğar
Bil ki düşmez ah gönülden şevk bu dem
Vecd ki dinmez ta derinden sus demem
Geçme ferruh ateşim sen meşkle kan
Geçse nȗrlar derunum sen durma yan
Tılsımın yok ȃfitȃb, göğsüm yakan
Görmesem aşk ile dünyam lȃ mekân
Dol Ruşen senle yürek güller açar
Bit karanlık ki fakir gözler kayar
Gamla dolsan ey ahvȃl bulmaz ezȃ
Nȗrla bitmez yüce deryȃlar fezȃ
Dehr ki dolmaz, sana sahrȃ az zikir
Zann ki durmaz, aşkı bilmek yok zehir
Pervanen azmle huşȗdan kül olur
Gör tavȃftan semazenler kor olur
Şimdi demden içre şek sürmez ziyan
Böyle tevhid aşikȃr, gelmez nihan
...*
fȃ i lȃ tün / fe i lȃ tün / fȃ i lün