9.12.09

Aşk Düşü Deyince

Amiplerin fetih turu. Denemesi yok.
Bu geleceğin önceden verilmiş kararı, bu geleceğin emir kipi. 
İstila.
Evrim görse, inan çok gülecekti.


Şakaşakaşakaşakaşaka
Şaka diyorum;
ki o kadar harfe bir aşk etmiyor.

Korsenizi sıkın. 

Kırlangıçlar kırılıyor denilince bir romantizmi yok,
aklımı affet ona sadece zeytinyağı geliyor.
İsmini bilip kendini seçmediğimiz kuşlar şiirden ve edebden kuruş etti.
Belgeseller sadece gözlerimizi yıkıyor.

Bu onların dünyası.
Onlar: onlar,
bizse: biziz.
Bunun lamı var cimi yok.
Öyle mikroskobik hadise,
boşuna mı diyorum amipler vs
ve lamı varsa olacak muhakkak lamel.

Uzaylılar geldiğinde her biri şaşıracak.
Onların onlar olduğu onlar da konuşacak; 
derken biz uzaysızlar garip canlılarız.
Ellerimizi sallarken ve türümüze hipotenüs kadar alaka
konuşturulurken elleri manasızca manaya mana katmaya 
çalış çabala sonra bak uzaktan
komikiz işte.

Şaka şaka şaka

Ne taraftan okunsa etmiyor o kadar k, o kadar a, o kadar ş
etmiyor bu kadar kaş aşka.

Begonyalar gülleri ele geçirdi,
Hiç bir duygusu kalmadı artık.
Aklımı affet bitki deyince ona salata geliyor.

Adını bilip kendini bilmediğimiz çiçekler kokmuyor artık.
Adını bilip sesini bilmediğimiz kuşlar ötmüyor artık.

Artık uçan bir biz kaldık.
Onlarsa..,
boşver onları.


Nihan AYDIN ...*

Gördüklerimiz Gerçeğin Hiçidir

Şimdi tüketilen şurup. 
İletişimsizlik akıllarda soru yüklü deve.
Ve böyle tanımlanarak devam edilebilir her ne..

İşte diyordum sabah bulunmuştur,
zamanı tüketilmiş bir ışık. 
Aklımda koca bir şemsiye, a.
Gerçekler hakaretlerle yüzleşiyor köşelerinden itibarlı
gerçekleri neyimize yetmiyorsa kuşatmalı
bütün yazılar kıvrım yapılabilirken
işte origami gemiler
işte bizimkiler.

Şu çukuru kazın, 
istikamet olabildiğince dibe. 
Bütün yaralar ebelenebilir sobelere ve kömürler ateşlerine renklerine, çizilenler kıyılarına köşelerine denkleşince kadar
sesler savrulsun dursun istikbalde.

Yok diyorum sus diyorum konuş diyorum komutanı kendinden çıkar kendine devret bırak diyorum. Renk geliyor kırmızı dikenler üstünde gezinen karıncalar sonra telleri üstünde ütüsü bozulmamış suratlar ve fırstaları kaçırılanlar. Hiç bir sokak olmasın ki kurtulmamış tenimizden, gecelerimiz ışıklarının sırtında asalak gecelerimiz binalarda tutsak. Beton kokusu çim adamdan daha tanıdık bir suratla yüzleşilmeden önce asıyor canlılık çekişirken kendinden bir parça ısırık kapma pahasına. 

Bir bozuk para dönüyor takla takla takla hep böyle. Devrilmeden önce hep helezon ve görünmez mimariler ipleri çekiliyor. Ardından soğuk olsun uzun bir aracın camından görülen bilindik ve hepinize de aşina gelecek karanlık mezarlıklar bir de sis ve beyaz olsun. Bu direklerin radyoaktivitesi izimizi kaybetsin bacalar sus ve griyi kirletilmiş bir hayal gibi itebiliriz. Yol kendini doğurarak ilerleyen bir ırmak gibi kapiler bir emrin peşinde kendine yapışkan ve dışına dağılgan kayarken uzaklarımıza düşecek bombalar ve mezarlıkalrın arasında ancak doğa çiçekleriyle suçsuz gibiymişçesine fakat yeşil ve uzun ağaçlar alerjisi seyredeceğiz. Huzuru seyretmek. Bilmem ne fobia nın gölgelerinin hayali bir çerçevede bakışlarından geçtiğini düşünerek, yine aynı her şey fakat her kez gitmiş ve bunun varyasyonları ayrı modifiye gerçekler. Üstlerinde başlarında maskeler sana bakıyorlar kaçılabilir mi senden ey oyun ki bu en garip ama huzurlu ve garip ama korkutucu yerindeyken. 

Sallanıyor kolları terazinin. Uyumsuzluğun ve karşıtlığın müthiş dengesi. Bir aşağı bir yukarı zincirlerde tutunmuş kefeler öyle ilerliyor durmaksızın. Bir aşağı bir yukarı. Bir sabah diyorum yahut bir akşam üstü hayali olsun. Sonra kocaman bir pencere ve ısıya inat bir soğuk cam ve düşmeyen sıvılarda kuşatılmış bakmalar ve teoriler çürüyenler toprak kokusu. Hepsi sırt sırta vermiş aynı anda hepsi kenet olmuş sonra bakılır ki bu bir zincir ne kopabilir ne kopmak ister ne de nereye bağlandığı görünebilir. 

Gördüklerimiz gerçeğin hiçidir.

Tamamı başka bir atmosferi tüketiyor.

Görebildiklerimizin aynası meşrulaştırılmış kabuller.

Ama koyu renkli bir yokluğun içinden ışıkla dolarak bazen sır verircesine söyler.

Deşifresi için çok uğraşıldı, alengirli cümleler ve renkli naiflikler. Oysa bilemediler, bu kendisi aktı gitti.

Kendisi hiç susmayan bir ketum
ve deli düşü.


Nihan AYDIN ...*

Kim Düşü?

Kim düşü...
Nasıl anlarsan öyle.

Boğazda yeşil kaşlı, lacivert tenli, kırmızı sessiz bir kene.
Süründüğümüzdür deriler yağlı gliserinli serinsiz şeyler, 
terleridir tenleridir deliler.

Susmuyor, sonra vicdan sonra mi notası.
Kaşıklarını alıp geldi hem ondan. Ne kadar çürütürsen ego payı.

Yankısı isminin kukla hesabı. 
İpleri düğümleyin, çözün, köreltin. 
Yumurur, yumrudur lenften kökler. 
Mayamız olsun. Çoğalalım. Hayır! gibi bitelim gökten. 
Sallanıyor raylar püskülü gibi mısırın.
Devrildiğimiz bir anıtız, kimseye es hesabı yok.
Bizimle oynadılar, 
ve buna başladı çukurlar.
Bir şey diyordum unutacağım 
işte bu kadar.

Çekiyor ıslak loş ve yapışkan,
toprak kokusu tohumun yas bayramını öpüyor.
Ellerimiz kirli, ellerimiz değişken.
Ama desin biri gırtlağıyla sohbetken
karşısına alsın
siz heykelleşin siz dertleşin
ve biraz da siz olun.
Birisi biraz sinirlensin, siz bizken.

Sakat sözleri atlıyor kıvrımsız çarpışmalar
önce gözleri acıttılar.
Biberi bilir misin, göz kapağının altında yetiştirilir.
Modifiye bir kış rüzgarı eser
dondurmaları eritir.

Şimdi küselim.
Barışın sakat tanrısı, meydanın muharebesinde dişlerini unuttu.
Sıkılmayın zaten takmaydı ve takılacak kemiği yoktu. 
Çoktu diyerek anlatılacak çoktu.
Sonra ezelim, sonra güzelim
sonra üzerim. 
Olayın ana fikri belki buydu.


Nihan AYDIN ...*

Bu Deli Düşü

Kızmayınız.
Sırtında üç beş kirpisi bulunan bir akıl yüzünden.
Benzemeyiz biz, küsmeyiniz.
Bunlar saçmaladıklarımız olsun. Senin, benim, onun. Hangi birimizden düştüyse deli düşü.
Ben toplarım. 
Her şey dağınık kalsın güzel.

Şuurun şurasına serip sergimizi, devam ettiklerimiz olsun; öyle mi?
Gezilebilir sonra, bakınız herbiriniz bir dünya eseri. 
Eser miktarda kaldı içlerinizden siz.
İçlerinizden geçiyor hangi biri her?
Hem biri hangi her?
Üstelik her hangi biri...
'ler.

Boşveriniz. 
Altına kaçırdıkları olsun bunlar bilincin. 
Söz hiç durmadı diye anlamadıklarımız. 
Aklın bizden bağımsız yazdıkları susmasın saati söylendiler.
Bunu hiçbirinize yakıştırmayacaktık söylenmeseydiler.
Çelme takmaksızın da düşler düşer.

Değil mi ki mavi bir kap altından yürütülen sesler,
var ki sözleri ikisi ikisine bağlamayan ve'ler,
öyle ki bağlacı olmayan bizler,
ekler eklemler eklenenler.
Yok ki böyle bir sus.

Dinler misiniz ,
akıl hiç susmaz.
Bir olmadık cümleyi hiçbir anlama katmaksızın yaşatır durur bazen.
Sonra kırptığı sesleri vardır yine tüm kalmış.
Radyoaktif kalıntıları vardır zihnin,
yarılanır yarılanır ve bu böyle sürer. 
Düşler sadece virgüllerin arasına biriken insan tozu.
Deterjan sanayii insanlık için çok şeyler buldu.
Hijyeni bol kitleler ve temiz düşünceler orduları doğdu, 
işte bu icat etmek için programlı.
Kabullenişin altın çağı, normalin yükselişi ve hiçbir suya sabuna kırılma indisi takviyesi.

Su ister misiniz bazen?
Zikzaklar çizerek yerimize gidebilecek köşe bulundu belki. 
Yürümek diyorum unutmak gibi. İzin olsa izinden gidilmeyecek.
Kambursuz parçalansın kelime birbirine.
Müziğe durulmaya başlansın.
Bir ihtimaldir bu ağır ve aheste.

İtiraf edelim hepimiz gibidir bu susamayış deride ve içerde.
O konuşsun durmadan,
manaya kılıf aramaksızın,
utanmaksızın
ve -sızın ile bitecek korolarca o konuşsun.
Suskunluklarımızla takdis edelim biz de.
Diyelim ki bir bilinçaltı şakası,
adı'mı 

deli düşü.

Nihan AYDIN ...*

24.10.09

Sizlik

Aklımın tanelerinde müzik
Açı ve yorum 
Kimse körlük üstüne denek
Kulaklarımda orkestra ihtilali
Battaniyenin üstüne devriliyorum
Ben, bir de müziğim.. 
ve başkalarınca ıslak sessizlik.


Sen 
Sizlik’e
Dövüştüğünde aşk


Nihan AYDIN ...*

Ağır Metal Zehirlenmesi

İroni mi?

Hepimiz aynı balıktan zehirlendik.

Hepimiz aynı gemiye küstük.

Artık hiçbir yer deniz.

O kadar kuru kal...

A!

Balık.

Nihan AYDIN ...*

Acımalı Gerçekler

Şimdi ne garip uçaklar!

Herkesler aynı aynıyla kesişti.

Kan vardı bir de mikroskop.

Keder henüz civciv çeşidi

Elem ise tereciye keyif satan fil.

Acımalı gerçekler,

Onlar da biz metafizik kadar.

Domuzgiller familyasından ter döktü mayın.

Herkes ayrı ler ayrı

ler'in bir dili vardı, makas kadardı.

Bir başkası da avucunu yalardı.

Artık her birimiz hiçbir.

Yalan mı? Değil.

Nihan AYDIN ...*

13.10.09

Alt Yazı Lekesi

Hiçbir şey sanıldığı gibi değil, 
di mi?
O eski zaman.
Her şeye bulanacak çokbilmiş alternatif açıklamamız
Var.
Parmaklarınızı sallayınız senkronize.
Duvar, çok kilo değiştirmekten iyice büzülmüş kadın eti. 
İşte ışık bana bunu yapıyor. 
Duvarın çatlakları yok, kadının çatlakları var.
Midem kasılıyor.
Benim de çatlaklarım var 
Hürmetle başımın üstünde taşıyorum.
Aklımın sınırlarında ıslak karıncalar 
Hız kesemeden öncesi kontak anahtarı
Hiçbir beklentisi olmayanlarınki gibi cesur
Yeni duş almış gözlerimse iki patlak lastik
Okulun bahçesinde söz atlardık ip.
Ondan korkuyordu işte küçük kardeşim
Büyük kardeşimse durmadan sorular
Aslında ikisinin aynı kişi olması garip
Panjurun içinde saklanmış karanlık adam
Düşün içinden büyüyen elleriyle gelmiş
Yüzü yok, sesi meteorolojik olayların hışırtısı.
Freud bizi affetsin bunun onunla hiçbir alakası yok.

Düşünce yazıyı alt etti.
Benim yerime sallan şokta gibi ve konuş
Parmak aralarından akarken lekesi
Kurtuluş
Hamlet’ in eline aldığı kendi beyniydi.


İçerden sesleri geliyor duyuyorum
Paranoyak bir ormanın yamyamları bunlar
Beni pişirip yiyecekler çiğ
Benden suşi olmaz
Soğan makasının üstünde çıldırıyorum
Nefes almak ne kadar da kararlı bir intihar
Susun,
Taklidimi yapıyorum.

 




Nihan AYDIN ...*

12.10.09

Canlı Naklen

Hep hayal ettiğiniz sıkı vücut,
Kullanması da bir o kadar kolay…
Dr. Ayşe, Memet amcayı evlenmeye ikna edebilecek mi?
Pıştcell’ in çekim gücü!
Mutluluğa varım dersen
Haftada üç sefer yapardık
Günde üç kereye çıktık seferlerde.
Yüzünüz dâhil bütün vücudumuzda
—Tipiniz, renginiz nasıl?
—Balıkesir’deyim diyorum.
—Ha, anladım ev hanımısınız.
İşte budur mucize cihaz
Boşanma davasında mal paylaşımı
Dünya ekonomisi tartışıldı
Seveni sevmeyeni herkese selam
Oldu mu annem? Oldum uha yatım?
Bi tanem!??
Yakışıklı olsun beni taşıyabilsin,
1 dolar kadar yeşilim 
En bana uzaylı yani diyebilirsin.
Kepek sorunu yüzünden teknoloji geliştirildi
,en azından bir yerde kesin,
Çarpışması sonucu 7 lokomotif devrildi
Tekstil krizde, konuklarıma sorun.
Bir şeyi daha şey yapacağım
Çok merak ediyorum sormak zorundayım
Gazeteci kararın bilinmediği bilgisine.
Teşekkürler iyi yayınlar diliyorum’ ayıbına uğranmıştır.
Küçülmeyle sonuçlandı 3. çeyreğinde
Konuşan askeri yetkililer tatbikatta
Bunları haftaya paylaşalım
Deneyimli magazinci sil beni
Bir çay içsinler şekeri
Ay ben mesajımızı verelim
Kabuğun altındadır o vitamin.

 


Nihan AYDIN ...*

6.10.09

Sersem Kuşun Fıkrası

Gözleri yitikti, asitli ve yağmursuz. 
Körlük, dilin kemiğine kadar yakıcı ve siluetlere çaresiz yabancı.
Sersem kuş uçtu,

tu onu sersemleten. 
Sonra bir çatıya kondu, 
bütün fiillerin anlamı kayıp
ve her yer leş gibi karanlık.

Biz neredeyiz dedi mi?
Burası zamanın neresidir?
Ve saatleri çöpe dönüştüren, bilinçsiz bir aklın lanetidir.

Sonra o gelmiş olmalı. 
Peki ya o kimdi?
Yüzü nasıl giyinmiş? Sesi hangi perdeden?
İsmi ne olabilir? Ne olmayabilir?
Ne konuşulmuştur da ne kadarı söylenmiştir?
İki dudak ve muallak.

Sersem kuş unuttu.

Parçalı bulutlu boşluklar. Hepsi inatçı susmakta. 

Bir rivayete göre bu bir fıkraydı, hep olduğu üzere. Üstüne düşünülmemiş, fazlasıyla gülünmüş. Bir seziye göre kuş gülmüş olmalıydı, hem de boğulacak kadar çok. Fakat hanidir ki şu, hükmetme hastalığı. Böyle bir arazda kim kime düşmandır, sorulmaz. 

Öncesinde yabancı bir kadın. Yabancılığı ne kadar?
Nasıl başlanmıştır kelimeye, nasıl dinlenmiştir?
Yardım. 
Hayır, ben sizi anlamıyorum, kuş dilinde konuşmalısınız.
Az biraz kanatlıyım, birazdan ise kör. 

Sersem kuş uçtu, uçtu, uçtu..
Boşluk.. boşluk, ..boşluk...

Ertesi mevsim, çanları duyabilirsiniz.
Sağır olmanıza gerek yoktur.
Bu fırtınası şiddetli bir mevsimdir.
Mevsim mi fırtınanın içinden çıkar, fırtına mı mevsimin içinden?

Her şey üç satırlık... Gerisi komple kayıp.

Sırada kahkahanın sahnesi, yalancı.


Nihan AYDIN ...*

Koalalar

Her tarafından huysuzlaştırılmış hep şehrin
Kirli böbreklerinden ikisi üçüydüm
Koalalar görüyorum her yerde histerik
Burnum senetlerimin en problem his sesi
Çok sivrilmiş, dikine çok gidilmiş, çok sızlamış
Sana çok kırılmış burnum benim.

Miyop miyop bakamayıp 
Duruyorum
Şimdi kemirebilirim herkes ağlıyor kusuru
Tv’ye ceza verdim
Kalan nefesim pembe
Olmayan ve görünmeyen koalalar
Sana söz, küseceğim
Kim bilir nesliniz başaracak  
Sigarayla boşandık onsuz bunsuz


30.09.2009 / 14:20

Nihan AYDIN ...*

Naftalin, Çocuk ve Is

Geçen bir gündü, demek istedim ki ona her ayrıntıyı yazmaya başla. 
Nostaljisi olan her şeye musallat olur kemirgenler.
Naftalin bilinmeyen bir zamanda uydurulmuş büyü. 
Yazmalısın denildiğinde ona..., ben de belki oradaydım. Kimin dediğini göremedim sanki. 
Herhalde bu ben değildim. Bir ihtimal değildim. Olabilirdi. 
Ve biraz daha olasılık hesabı, saçma aritmetik ve bir tutam tutarsızlık. 


Gözlerin kanlanmış dediğinde çocuk bana, gözlerine baktım çocuğun,

-Çocuk sen ne zaman büyüdün;? !

Bir çocuk, bir ben, birkaç masala yetecek kadar elma, bir kara delikten geçtik. Materyalimiz uzadı önce; zamanımız yok oldu ve kaza süsü verebilmek için, üstümde hiçbir suç aleti bulundurmamak üzere bildiğim bütün imlaları döküldüm..

Evet çocuk, gözlerim kanlanmış, dün de bugün de öncesi de aynı ve gökyüzünü çift gördüğüm de oldu biraz. Her şey iç içe geçmemiş mi, hadi itiraf et! Hadi!
Çocuk korkup sustu, ya da bir sanrıya göre çocuk korku ile dramatize edildi. Sahnesi bitti, huzurdan çekildi. "Çocuk, şaşılacak şey" dedim.

Bir deli sokakta bağırıyordu. Bir şiir okudum ruhuna, sustum.
Sustuğum kimse tarafından duyulmadı, 
laf aramızda çok sessiz susarım.

Şimdi neden mi bahsedeyim? Nedenden mi? Ah sahi ya dünya dönüyor.
Hepbirlikte aynı yöne yürüyoruz biz de. Yürümezsek düşermişiz diye efsaneler anlatılıyor, laf işte.
Diğer tarafa yürüyenler var bir de, aklım çıkıyor. Bilinmez.
Ne geçiyor içinden diyorum ona. Aklında bir ağrı var biliyorum. Benim de gözlerim yanıyor. Gözlerini eline al diyor bana.
Alamam diyorum; gözlerimi elime alamam! ..gözlerimi elime ne zaman alsam ağlarım.

-Ağla o zaman.
-Uyuyacağım.


Nihan AYDIN ...*

29.9.09

Burası Orası

Orası neresi;?
Kendini fısıltı sanan bir sesin üçü
Gecenin ucu.
Üç yüz altmış beş yıllık bir dündün,
Alamadım karekökü.
Bilsen..
,bilmezdin.
Alamadın kulağa,
Veremedim göze.
Her yıllık bir gündün.

Burada değil oradayım
Bir değil matemi üfürdüm diye
Kimdi kaç gidelim fıkraları
Hiç çok hıçkıran yüzüme
Hem sevmedi hem şöyle
Lavabomu kaçırmayın
Ben öldüm… 
Olsun.

Durma kaç buralarından zihnimin,
Nokta nokta diye kaç kelime 
Bilmiyor hepsi harfsiz zemin
Toplaşın burası zamirlerim
Işıksız!
Sonra gözyaşı bezlerim bağıştır hep.
Nasılsa hüzünlü bir hikâyedir
Burası işte, 
Geldik.



Nihan AYDIN ...*

labaratuar sevgisi

Aşk!
Bence korkabilirsin.

Topuklarımda suratsız kaşıntı
Dudaklarımda tabansız şarkılar
Diyor nasırlar çöplüğü. 
Çeker ocakta saat, 
Yitiyor.
İçsem bitiyor bacak

Öpünce mikroptan hastalığa dönüşen prens
Koloni kurma hayallerini 
Vrak vrak
Biz ayrı petrilerin kanseri
Bir sofrasında alelade baca
Falan filan mono oksit temalı
Çözelti olsan ne 
Çökelti olsan kaç musallat?
Gereksiz bir caz
Şunlar bunlar gereksiz
Kabul et
Gerisi pek bir lüzumsuz duşlar.

Aşk!
Bence kokuşabilirsin.

Çok hijyen…
Hücrelerimize ayrılalı sabıka
Toz kokuyor herkesin eli
Gidişte aynı yönden
Epitelyum öpücüğünden yüz metre yokuş
Koş babam koş.

Lamı cimi yok,
HCl hiçbirimizi affetmeyecek bir laboratuar canlısı
Hoş bulduk kendimize alkol,
Sanrısı gelsin kemikleri gitsin
Bol keseden kimsesizlik
Terliklerimi getirse daha istemem
Şimdi fermente keyfimiz var.

İfademi mayaladım,
Sepeti salıp biyoteknolojiyi indirdiğin için teşekkür ederim tanrım.

 






Nihan AYDIN ...*

18.9.09

Nar Bu Dem

Fȃ i lȃ tün / fe i lȃ tün / fȃ i lün

Onla parlar sema çün derler güneş

Görse enfüs o ne ȃfȃkî ateş


Gör ki en parlağı sönmez bir güzel

Fasl-ı ışktır geçemez ser, hem ezel


Ey güzellik göze ihyȃ cȃziben

Öyle ȃmȃ dolanır ışk bilmeyen


Çeşm dolar aşk ile yağmur od misal

Nar-ı aşk meftunu gam etmez ya; kal


Zevk bu lȃl ab-ı sirişk hiç sön demem

Şevkle ol bende yürek, nar bu dem


Ah yürekten dökülen yangın nefes

Dol bulut eşk düşüren rüzgarla es


Sen ki cȃnȃ, safadır dem ah nevȃ

Böyle elhan içe ilham hoş sedȃ


Ey güzellik sana sermest tüm zaman

Öyle tutkun dönüyor mestten cihan


Yok ki akvȃ sana ey vermez beden

Hem demir taş da gelir dil; aşk neden


Hȃr keser bȃdiye ol mecnun bu can

Mest eder bȃde-i aşk kalmaz nihan



Nihan AYDIN…*

27.8.09

Çöl ve Çember / Çöl Denemeleri 14

Çöl Denemeleri No: 14

ÇÖL ve ÇEMBER: Tekrarların Israrlarına Kulak Ver

Gözlerini söktüğün kambur gökyüzünün cilasına yaslandı bütün eklemler ve yıldızların üstüne su serpip söndürdü avuçlarına dökülen ter. 

Kıymıklarına batan çizgilere dolan yoldu bütün izler, kenarları çentik kollar bulvarında yüzleri çürümüş bir kaç gölgenin diline sus'tu darbesiyle gözü kara hançer.

Deliler!

İs gibi dudaklarına gecenin yangın çalan fettan dilber, 
dans eden alevin bileklerinde ziller, 
kıvrılıp avuçlarında kırılan zar esvaplı kumarbaz yürekli gam keder, 
parmakların hesabını tuttuğu çetelesine heybesini asmış ciğeri beş para etmeyen ince bir hastalığın nufuzuna geçirdiği bitirim dişler, 
habis dedikoduların can çatlatan nazarında kör bir usturanın sırtını topuklarına bileyler 
sızdığı kanın içinde arsızca savrulan afyonun ta kendisi olmuş dansöz raks eyler.

Tekrarların ısrarlarına kulak ver!
Döndü durdu çember.  

Hız sarhoş eder diyen bir yelin yelesine gizlenmiş fırtınanın içinden, 
geçince feleğin geometrik geçmişinden, rivayetine kurban arayan bir kum saatinin ters düz hayallerinden
sarsıldıkça silkelendi, silkelendikçe ufalandı, ufalandıkça çoğaldı, çoğaldıkça zerrelendi  
ve serpti tanelerini 
ÇÖL!

Teninden ateşini ağlayan göğün ışık kavgasından göçebe 
gündüzün ağzından düşürmediği tövbesi karanlık 
dolaştı adımların serkeş ezdiği geze-genleri
elleri tutmayan yağmurların taaruz talimleri
es geçmedi kumların cerehatine talipliği.

Yitti cereyanı, kustu gürültülü gri öfkeler
lisanlarını tüketmiş seslerin takibine indirgenmedi reaksiyonları radyoktif nöbetler.
Saklandı serçe yürekleri titrek tüylerinin altındaki damarlarına
ve kalp denen ancak barınırdı çocuk dünyaların karaladığı; boyasını bozduğu pürüzlü duvarlarda.

Çölün kuytuları dalgalandı meraklı fısıltılarla,
safça bir umutla yokladığı teninde kene gibi sinsi bir düşman
diken gibi aşikar bir dost aranıyordu.

Sihirbaz, 
kapalı gözlerini, koynunda uyuduğu dansöze bile çaktırmadan aralayıp çölü kolaçan etti.
Saçlarının diplerine dolan zerreler bile fark etmedi.

Şapka kıstığı gözleri ve içinden çoktan uçurduğu serçeleriyle, ilüzyonuna devam etti uyurmuş gibi.


Gözlerini taktığın dik kayaların pürüzünden ayrıldı hiçbir boşluk ve güneşin altına ateş serpip kanattı topuklarından toplanan kurum. 

Düzlüğünü atan zik zaklarla boşalan yolsuzluk; hiçbir iz yok, köşeleri kayagan bacaklar çıkmazında suretleri taze çoğu ışığın diline ses'ti uzaklığıyla korkak dikişler. 

Alimler!

Her şey tekrar eder.
İlüzyon perdesini kaldır yeter.
.
.
.

Durdu döndü çember.

13.08.2009

Nihan AYDIN ...*

Çöl ve Şair / Çöl Denemeleri 13

ÇÖL ve ŞAİR: diyalogda logaritma

İlüzyon parçalarına dağıldı,
tabiatıydı
serap da diyebilirlerdi ona belki, 
şarap demek de akıllıcaydı;
çölün zerrelerine karıştı.
Hareketlendi taneler, 
ince,
temastan korkar gibi temkinli
çölün teninde gezindiler.
Karşı karşıya geldiler. Bir savaşın şafağıydı zaman.
Günün en güzel renklerini kaçırıyoruz diyordu şair, sesi yankılanıyordu güneşe çarpıp.
Sihirbaz, seni neden özlüyorum dedi; seni nedense özlüyorum..
Şair- Çöl seviyor beni. Çöl sever kelimelerin ritmini. Çöl için şiirden daha başka ne elden gelir ki? 
Sihirbaz- Bizi bu şafak vaktinde karşı karşıya getiren sihri yok sayma. Şafak sana göre yangındır, bana göre kan. Bu kavgada bir hesap kesilecek. Ne bir intikam ne bir bedel. Bir hesap sadece. 
Şair- Benim uğruna savaştığım şey senin ulaşamayacağın her şeydir. Seni karşıma dikense esaretinden başka bir şey değil.
Sihirbaz- Yüzündeki alaycı gülümseme ahmaklığının aynası olurdu sana, eğer kendine bir kez bile bakmayı becerebilseydin. İstediğim şey canın değil, acın! Ve bunu elde etmesi zor değildir bilirim.
Şair- Geçmişimizin bize biçtiği renklere o halde! Tarih bizi boyamış bir kere.. Peki hangimiz kara şövalyeyiz hangimiz aydınlığa bürünen iyiliğiz? 
Sihirbaz- Şerefine yaşanması gerekenler! Elimde bir kadehim olsaydı seyyar hayatlarımıza kaldırırdım şu anda. İyiler,,miş. İyi ve kötü nerede?
Şair- Çanlar çalıyor duyuyor musun? Bana düştü bu şanslı müjde. Bir çağın tepesindeyiz.
Sihirbaz- Her melodi sonunda kendini suskunluğa terk ediyor.
Şair- Peki ya için? Niçin bu gün böylesin? 
Sihirbaz- Zaman parmaklarımın arasından düştüğünde, küçüktün. Dengesizliğin dengesini aramakla meşguldü hayat ve çok kayagandı. Öğreneceklerimiz vardı..
Şair- ..ki hala var. Gördüm, burayı inşa edişini gördüm. Gözlerinin evinden tek tek kum taneleri düşürüşünü, kumların içine bata çıka yürüyüşünü ve bir varmış bir yokmuş olan düşünü.. Şahit oldum, sessizliğinin kelimelerine. Küskünsün, çünkü seni ben..
Sihirbaz- Yanılıyorsun. Tutunamadık gecenin yüzüne. 
Şair- Hiçbir yerin tarifine uygun düşmeyen harita, çöller için hazırlanmıştı, hazırlıklı mıydık peki?
Sihirbaz- Evrilmeden önce mi devrildin, yoksa evriminin getirdiği gelişmeyi mi taşımayı beceremedin?
Şair- Nedense seni özlüyorum.., neden özlüyorum...
Sihirbaz- Çöl seviyor beni. Çöl sever yüreğin ritmini.. İşte sihir..

Gökyüzündeki evinden boşandı bir buzdan kristal, sadece çölü görmek için.


12.12.2008

Nihan AYDIN ...*

Çöl ve Su / Çöl Denemeleri 12

Hecelere bürün!
…ve kendini görecek bakışlarının derininde, 
gökyüzün.
Sema,
döndü... döndü… döndü.

Rüzgar, o gece gökyüzünden topladığı tüm düşleri dünyanın üstüne serpti. Bilinmezdi düşlerin geceye söyleyecekleri. Ne de olsa gaybın ve dehrin ufkunu kavrayamayacak kadar küçüktü gecenin ve düşlerin elleri. 
Dokundu sadece,
dokundu sadece bilmecenin çöl yanığı tenine. 
Hikayelerin düğümlendiği yerlerde birisi çıkar. Bu kişi düğümü zorlar; bazen gevşetir, bazen sıkar.
Avuçlarında çöl sızısı olan bir gece,
avuçlarında çöl acısı olan bir düş 
doldu sihirbazın benliğine. 

Gece, 
yıldızların bütün köşelerinden kavradı çölü. 
Fısıltılar sindikleri kuytularda dinmedi 
ve inledi tanelerin inşa ettiği kristal parmaklıkların her biri.
Böylece sihirbaz yüreğinin kafesine sığındı,
parmaklıklarda yangınlar bıraktı,
bağırdı:

“Varlığım yokluğunla ufalandı,
dikiş yerlerinden çekmekte hayatımın her bir satırı.
Ey su!
Durul!”

Kervanlar geçti bu çölden,
kavimler göçtü.
Kaç derviş içinde suya yanıp,
aşk ateşiyle öldü.

Rüzgar, dünyanın kulağına bir masal fısıldıyordu; yaşamak zaten bir masala ait olmaktı.

Sihirbaz, ardına baktı.
Peşi sıra yüreğinin kafesinin daha da derinine yürüdü.
Yeşil örtülü masanın üstündeki kırık aynayı eline aldı.
Ve gökyüzü kendini
sihirbazın bakışlarında tanıdı
serbest kaldı tüm yıldızlar.

Sonra gece devam etti yoluna..

Bir gümüş tef; dolu beklerken gökte ay 
ve nefesler nefislerden süzülen ney’ ken 
başladı çölde semalar.
Sema,

Döndü.. döndü.. döndü..

13.09.2008

Nihan AYDIN ... *

 

Küçük Bir Yıldız Konuşmasıdır

Küçük bir yıldız konuşmasıdır bu. Ay nasıl da güzel bir yıldız olurdu terk edilmeseydi, fakat hep bilindiği gibi, aynı ve yuvarlak. 
Yüz yok sana bu gece. 
Bu benim kadife bir kutuda sunulmuş sadakatsizliğimdir, eğil, ışığını dök ve kabul et.
Sonra parlak bir yıldız, işte çoğu kez seç beğen al coğrafyasından vaftiz etmeye değer bulunan. Sen benimsin bebeğim, sen: ben. 
Değil bu sefer, değil!
Hani anlamsız bir surata, bulmuş bir kafayla söylediğim; işte budur bizim göğümüz, ben onu evlat edindim, ben onu gasp ettim, ben onu hektar hektar; gümüş civa haneme geçirdim, gülelim; 
değil!
Sen de git. Cennetimden afaroz edildin!
Silik bir nokta buldum. Gel buraya. Seninle konuşacağız. Yarın seni kaybedeceğim. Sen en ölümlüsü seçtiklerimin. 
Ama ne mucize.
Bu kadar yokken varlığın.
Sen varsan o da var.
Geceyi böyle sessiz sevmemiştim, önce.
İşte bu sessizliğin içine ne atsan alır. Bu sessizlik öyle. Yığınlarca moloz, enkaz, ölü, canlı; hepsi!
Kimsenin seni hatırlaması yetmez, kimse fark etmeyecektir ne güzel. Yoksun desem öyle sahici, öyle gerçek.
İnadını gördüm, blöf yok.
Sen inat ettiğin için yaşıyorsan, ben inanırım.
Hadi birlikte benim dileğimi tutalım, göz kırpalım.
...
Ruj şekerli gözyaşı içimden geçmişti oldu ayakkabı ve iki kişilik komplo beyaz çiçek travmatik şarkı kafamda çalıyor topukların tanrıçası kızıl çingene ateş dansı ritim flaş kahkaha cadılık kariyeri kötüyüm ben şarkısı ve ciiiiiiiiii çocuklar bunu bir siz bir de benden öte benden ziyade köyün delisi çocukların partisi izleyin durmayın gözlerimle değil zerrelerimle: görüyorum!
...

Evet seçilemeyen yıldız, bir programın daha sonuna geldik, seninle o balkonda oturduk, sarıldık, kadehimize soğuk ve keskin bir ışık doldurup yudumladık.
Geleceğin geçmişini anımsadık, 
ki o bile gelmemişti henüz.
Sessizcesine sessizdi.


10.08.2009 

Nihan AYDIN ...*

Gelin Öncesi

Dokuzda uyanacağım. 
Ama belki de insanlarda bırakıyoruz. 
Nasıl giyinirim?
Kaçık bir filmdi ondan sevdim. 
Dvd.de de alt yazısız alternatifler. 
Geçen bir hafta. Seri denen şey rüyalar. 
Hani otobüsün ön camından fırladığım küçük bir dejavu sahnesi.
Korkuyorum, korkuyorum ve korkuyorum karesi.
Bu beyaz saçlı çocuğumdur, bana cenneti gösterdi tekrar ve gelmek için çok bekledi, az uğradı.
Ona hiçbir kara büyü bulaşmamıştı. O da bitti.
Biz ısrarla geceleri sevdik. 
Durmadan tekrar eden şarkılarla deli gibi zıplıyorduk, ayakları eziyorduk ve kendi bilmecelerimize gülüyorduk.
Biz esasında zıplamayı seviyorduk, ki rutinle bile kıyak eğleniyorduk.
Oksijenin bize yaradığı asırlardır. 
Gündüzleri çürüttüm. İnkar etmiyorum, onları keyifsizce öldürdüm. Silahımı çekip vuracağım bu azgın güneşi, def olup gitsin kendi cehennemine. 
Öğlenleri sırtımdan süzüldü. Kendimi başka bir yere attım. Şebekelerce yol aldım. 
Bir kaç eski film var, onlara baktım, baktım, baktım...
Nasıl? Öyle işte, güzel.
Şehri oradan izlemek, rüzgarlı ve en yakın uzak. Değil mi? Ya da bunun kısaltılmış hali.
Sonra anlattı.
Sonra bir başarı marşı söyledik, sarhoş.
Arkadaşlar, arkadaşlar, arkadaşlar.. 
Hani diyeceğim bir dönüştürme makinesi.
Şimdi çeker giderim koltuğu gelip oturdu kucağıma. 
Ellerimi açıp her zamanki gibi iki yana,
evet ben dürüstüm,
evet bu eller samimiyet.
Sonra koltuğumu da topladım geldim. 
Olağan bir hali var buranın.
Bir sürü haber atladı üstüme, kimisine sevdim, kimisine sustum. 
Şimdi uyurum.
Sonra gideriz. 
Üç saat geçer ve bir düğün şehri bizi kucaklar belki.
Ne garip her şey biraz belki
ve bir arkadaş evleniyor.
Gelip, gülümse dileğimi üflerim gözlerine.
Ve dakikalar yine akar geriye.


08.08.2009 / 5:58

Nihan AYDIN ...*

Benim Küçük Siyahdenizim

Ne garip.
Yine bir dönüm noktasındayız. Şehirler bitirdik, hikayeler bitirdik.
Kollarını gördüm. 
Şimdi ne acayip bir yerdeyiz bir dolu soru işaretiyle. 
Erteleyişler dönemi gözlerimin içine bakıp duruyor,
doğrusu durmuyor.
Devinim halinde yalıtım. 
Bir göl buldum. Ellerimle nefesini tarıyorum. Biz bir süredir, kısa bir süredir birlikte yer değiştiriyoruz; bundan bahsetmiyorum. Bir an orada olmuşuz, bir an burada. Bir varmışız bir yokmuşuz orada burada. Sonra diyorum, çok sonra için sadece sonra diyorum. Sonra'dıkça çoğalıyor. Gölü tarıyorum. Üflesem anafor olur mu? Şışşt, usul...
Sonra.

Anneannem yazları alıp beni şehirden arındırmak için o uzak yerlere götürürdü eski zaman hikayelerinde. Çiçek kokan çocuk yazım benim. Bir bulut usulca aşağıya indi. Bulut asansör aldı bizi. İşte o gökyüzünde görüp şekillere benzettiğimiz bulutlar var ya, onun içindeyiz ufaklık, anlıyor musun beni dedim. Gülümsedi çocuk yüzü. Eskiden onun yüzü benim yüzümdü. Şimdi ben rehbersem bu sahici bir oyun dedim kendi kendime; bu sahici bir saçmalık. Çocuk yüzlerine çok karıştım hep olduğu gibi. Beni de onlara karıştırdılar, güldüm içimden, itiraz etmedim. Çimenlerin üstünde kaydık, filan fıstık. Rüzgara aldırmadım, soğuk sularla yıkadım saçlarımı, yüzümü. Dedim kafayı üşütme ihtimalim yüzde sıfır, yeterince soğuktur benim beyin hücrelerim. Hep birlikte güldük. Yamaç bir kuytudan seneler öncesini izledim, bunlar hep sigara molası.. Bir hayaletin parmak izlerini aradığım da oldu. Patika yolları hep sevmişimdir, keçilik var serde:) İşte bu yol dedi eskiden olduğu üzere rehberlerimden biri; daha önce geçmemiştim ama bilirim; kervanlar araba yolu olmadan önce buradan geçerdi; burası göç yolu. Düşündüm, düşündüm, düşündüm geçenleri, hikayelerini, seneler öncesinin değen ayak izlerini. Silinmişti yol, çiçeklerin silgisi. Kurtlardan korkmadım, eski esrarengiz hikayelerden de (itiraf ediyorum bir gece biraz korktum ama kimseye belli etmedim, aramızda kalsın:). Kutsallığına inanılan suyu faili meçhul uyandırdık. Aramızda kalbi temiz birilerinin olduğu rivayeti söz konusuydu, bu bize baya bir ilham kaynağı oldu. Bir de bolca iskambil kağıdı ve okey taşı. Hep güneşliydi ama sıcaktan uzaktı ne güzel. Erimeyen karlar yine erimeyen karlardı. Düşündüm de sıcakla aramın bozuk olmasının belki de sebebidir. Bizden sonra hep yağmur yağmış. Biz yıldızları toplamıştık. Telefonculuk oynadığımız günleri anımsattı, saçları eskiye oranla daha da beyazdı. Dereye düştüğün günü hatırlıyor musun dediler, hep birlikte güldüler. İşte dediler; işte zaman makinesi, ileride size bu kalacak, gülümseyiniz. 

Nihan AYDIN ...*

15.7.09

kangalların gözleri hüzünlü bakar

erSaniyeler çağında yaşıyoruz,
Saniyeler çağında yaşıyoruz..
Biri durmandan aynanın kırıklarını topluyor.
Kafamın kitabı bunlar, yazık ki paslanmıyorlar.
Her şey resimli dünyanın kapatılmasıyla başladı.
Bunu sevmedim, buna benzer içinde resim geçen; resimli bir şeyler olacaktı.
Cümle kendini tam anlatamadı, beni bağlamaz; 
cümlenin kifayeti ve cümlenin kabahati.  
Bağnazca kare takıntısı, 
her şeyi kareleyip dağıtıyorlar, 
her şeyi hücreleyip satıyorlar, 
her şey fotonların kurbanı.
Her şey, “her şey x ile başladı… her şey y ile başladı…” diye bir girizgâh cümleciği ile başladı. 
Girizgah bir osmanlıca sözlüğün rivayetine göre saklanılacak yer anlamına da gelmekteydi ki 
asırlarca eskide kaldı. 
İşte bir şeyler nihayetinde bir zaman bir yerde defalarca kere başladı, 
aynı bir şeyler hep başladı 
fakat bu şeyler defalarında hep başka bir nesne ile başladı.
Nesneler çağında yaşıyoruz..
Çiçekleri kopartın atın, 
kelimeleri kopartın atın. 
Ses tellerinizi aldırın. 
Aldırmayın..
Artık dünya!
Paletimi buldum eskilerin tarlasında.
Çocuk kırışıklıkları çizgilerim resim. Duyguların yüzde bilmem kaçına cerrahi operasyon gerekiyor. Mesajım budur, soran olursa bunu verin. 
Plan sorup duruyorlar, ur kelimesini bir filmden öğrenmiştim. Çok korkmuştum. Gündüzün içinde kocaman bir ur büyüyor. Yalan dünya her şey bomboş yolcu sarhoş hancı sarhoş diyor. Neden ki geceler ve gündüzler yer değiştirmiyor?
Dağıtıyorum bütün odaları, 
bütün zeminler bir kusur bulmalı kendine, 
her şey yere düşmüş olmalı bir kere, 
her çember sökülmeli 
ve her terzi bir kez kendine dikilmeli.

Dibi ile dertleşeceğiz dibi ile konuşacağız muhabbetin dibini bulacağız hayatın dibine vuracağız şişelerin dibine bakacağız kafaların içindeki kuyunun dibi…
Dibini bulacağız!
Dibini bulacağız! 
Kazma ve kürek getirin! Kazacağız!
Her şeyi iki kez tekrarlayacağız, yankısız vurgusuz kalmayacağız, kalmayacağız.
Kangalların gözleri hep hüzünlü bakıyor. Eskiden her şey daha büyüktü, hızla çekiyor dünya, hızla çekiyor dünya!!! Farkına varmıyor musunuz? Hızla çekiyor dünya!
İki dağ arasında kalmıştım, dağlar ne kadar büyüktü. Orman ne kadar uzaktı, yıldızlar ne kadar olağandı. Gökyüzündeki ova ne kadar uzaktı. Bulutlar ne kadar katıydı. Ay ne kadar kurabiyeydi. Arkadaşlarım ne kadar ufaktı. Poşet ne kadar uçardı. Araba ne kadar sesti, yol ne kadar uzaktı. Ev ne kadar büyüktü. Kaybolmak ne kadar kolaydı.
Her şey ne zaman değişti?
Kurtlar vardı, hikâyeler vardı.
İnsanlar evleniyor ne garip. Bir daha dönmeyen göçler var. Yazlar ve kışlar. Kabuslar, korkular, ürkünç hikayeler, çıtırtılar, iç köşelere sinmiş vicdan kemirgeni küçük şeytanlar.
Evet naftalin gerekiyor, evet boğazlara kadar naftalin doldurulmalı.

Saatlerin ardından su döküp uğurladım, çabuk geri gelsinler diye.
Ne saçma ve; ne vesaire ve vesaire.
Televizyonda bir eski film, fonunda eski şarkılar. Garip ama televizyon koca bir ineğe benziyor, geçmiş sağıyorum bir dönemin nostaljisini vuran fotonlardan.

Ve sonunda kola da öldü. Küre beslenme rejiminde diyete gitmemekte ısrarlı. Şimdi biz yas deriz, dünya aerobik der. 

Kuyunun dibi görünmüyor.
Her şey ışık ile başladı. Fırçayı bıraktım.

En tesellisi küçük ayının ucundan tutulup yakalanabilir olduğu anların olağan olmadığı bir şimdi. Bu insanların farklı bir dönemidir. Bir evrimle açıklanabilir kıyasların sonuçlarını okuyun. Bu satırlar yüzlerde yazmayacaktır. Herkes kırışıklıklarını buruşan anılarından toplasın. Çevreleyen insanların yüz asırı yüz mevsimi yüz kerelik incelenişi, incelişi, kırılışı, dökülüşü, toplanışı. Onlar vardır, bunlar vardır, artık öyle değildir, böyle değildir. Açı sistemine göre yaşıyoruz. Çarklar, dişliler, devirler, daimler.. Fena mıdır? Değildir. Sadece dönme dolaptan düşme korkusu.
Tanrım her şey ne saçma.
Tanrım her şey ne şahane.
Tanrım her şey ne olağan.
Tanrım her şey ne mucize. 
Saniyeleri de çöpe atın.


Nihan AYDIN ...*

4.7.09

küçük korku kuşu


Çocuğum sen işit duvarı
En yamalı haldir 
Uçurtmalar topladın yıldızları
Yaslandığın dokuya kiralık zehir
Gördüğün kaç kirli?
Ve sayısız küçüktün
Ondan bahis çoğalıp, hayatı kesir ölçtün.

Hiç tanımadığın birileri kulak
Park döşeklerin ihtişamlı vâsii
Haberler bizleri izleyip mecaz,
Klasik yağmur; metalik kuşak.
Haftanın öcüsü seçilmek kariyeri
Bu onların mükemmel olacağım asırları
Tabanına sen döşedi durmadan,
Hanesi obezite duvar kağıdı yeşil
Sebebindir.
Görmezsin yine sen,
Ne mutlu!?
Hiç tanımadığımız sıcak hayallerin.

Büyüdüğün sen boğuş yarayı
Çok bilmedin zamandır.
Tanınır kokusu düşlerinin
Uçaklar kalktın kafalarını dünya
Sokak sana kızmayacaktır kamikaze.
Zafer heykellerin!
Adım atıp duracaktın, kucaklanacaktın.
Ne mutsuz!?
Yalan ki; maalesef hepsi.
Bıraksam yer çekiyor, kan çekiliyor
Ve şehrin rahminden acısız düşüktün
Sen de görsen üşürdün.


Küçük korku kuşu?
Sen sus!
Sen konuş!






Nihan Aydın ...*

3.7.09

Öyle İşte

Seni kestiler.
İki sokak ötesindeydim.
Gürültüsünde makinenin huzur..
Susmadım ebe kör.
Bir sokak lambasına gidip teslim,,,
Oldular

Nereye gidiyorsun farlarla?
Nereye gidiyorsun falanlarla filanlarla?

Seni geçtiler.
Kolumu masaya koyup korkuyorum.
Elim başımda.
Minare ağlayıp duruyor.
Hiçbir öksürüğe benzemiyor.
Hayat diyorum,
Öyle işte.

Nihan AYDIN ... *

4.5.09

NeŞeLi GüNLer

Doğal olamaz ışık, anlamalısın

Tarif etsem ansiklopedik bir adres.

Koptuğum ipi tarihte düşürdüm.

Baş ağrılarım Neron'a emanet.

Sola dön, kırmızı ışıkta küsüyor herkes.

Herkes toplar damardım sıvalı.

Ve söz verdim, en özlü bir sözüm.

Gözümü oyup elime aldım bakmak.

Ele düştü görünen varsa ne.

Ne yoksa?

Coğrafya atlasına atlasın atlas.

Yeni bulunmuş bir kelime istemiyorum artık.

Şarkısızım, evvel bir an koşsun kıyamet

Ağlayacağım, perdeleri sonuna kadar kaçın.

Bağırmak istiyorum, sen ne anlarsın be!

Sen ne anlarsın be?

Kafa bu!

İbaretim bundan ibaret.

Nihan AYDIN ...*

22.4.09

şu olmasa turuncu ıslak


Buranın herkesi var, boşaltın!
Gecenin körü aklımı yağıyor.
Değiştirip seyredince çok borçlu
Çeliyor hep sesi gelirim
Görmeye ödesin ne varsa.
Yağmurlar yarımlar, yalan!
Gün bir herkes… Korkuyorum.
İpte öksürük parazitle doğumu
Sustur! Düşümü geçiniyor…
Kaçak zannı olsun, çağırsınlar
Yaratıldı yalın hali kuru.
Bilir misin:
Fon müzik sessizliği kendimi...
Kesintiler dedi kaçırma.
Bu müdavimim salonda
Makineyi heveste küstürür pervaz
Ne acıklı siz bilmezsiniz…
Zaman koşarım dayanamaz.
Sonra şu mesele bir duralım
Onlar koruyun benim pamuklarım
Kızıyorum kokusu toz söndürülünce
Eskiyemez ulan, eski / yemez işte!
Kirli savaş fincanla
Ne şarkı ama! Geçiyor.
Şu olmasa turuncu ıslak…
Asfaltın kimleri geliyor cümleci,
Duyusal organ testi bırakmaz.
Sokak ve lambası hepsi…
Yere başka gidemiyorum, istemem.
Film yaşıyor iris bu.
İmgesel uçmuş evrende ikametgâh
Senedimi siz gönderin, bu şart!
Hep yalnız olacak biliyorum.
Terkedilmiş kâbusta; benziyor düştü.
Dön-(üş)üyorum!
Dün-ü(şü)yorum, düş-(ün)üyorum...
Yine de sevi-yorum.
Seviyorum!


Nihan AYDIN ...
*

iki tanesin gerçi


Körümden öptü gece.
Bak, görüyor musun? İki tanesin…
Kesin bir cinayet gülümseyişler,
Ucuza teşhir seninkisi.
Hava raporuydu o saat
Tusunami diye kahveli bir tatlı
Piyasa kendini kanyakla vurdu.
Manyakla düşünce yiyorduk
Mecburen anlamazsın düşüşler.
Kurdun kurdun dalgalı.
Tam gibi yürüyemedim yerde.
Başka seni keyiften
Çokça davalı tamir istiyorum.
Hadi bakalım gösteri vakti.
Muhakkak ameliyat sözcükler,
Kobay tahliye benimkisi.
Unutur kahrolursun kayıtlara
Ben o hamsterı çok sevmiştim…
Yok güzel günlerdi alkış!
Şikâyetçi biriktiriyorum asıl
Olsaydınız bunlar geçen
Dünyada beklenmiyordunuz bir.
Nakit fena patladı buyum
Duyum bitti şimdi kusun!
Hadi kötü bakış geri
Sonra anlamazsın gerçi
Hunharca canım geçtim.
Kaburga muhabbeti değil görünen.
Anlamalısın da kaçak lügat.
Niye sesler amip?
Saydım sayma bazı senler.
Kumar bu temas bebişim.
Yerçekimi sahi garip.


Nihan AYDIN ...*

28.3.09

Kafam Ambalaj Oldu

Eğer plastik devreye esneyebilen
İlgili olsun kombinasyon, korozyon
Duyarlı torba dikkate tavuk
Asit unutmayın delme malzeme
Kuruyemiş koymak ticari
Modifiye örnek alçak
Şunda bunda çift
Veya şeklinde birkaç zeytin
Çeşitleri geleneksel tablamız sakin
Folyo üst bu vakum sayfa
Rengi söz! Belirli kükürt
Riski takım paragraf anladınız
Geçirgenlik pet kullanıyorsak
Açık zaten derece diploma için
Hangi genel özelliği pvc zorunda
Artışından esmerleşme şart dışında
Kapatalım bir kahve kırk beş
Yüzyıl böceklenme dünyada lütfen
Çocuklar kavurma çok değişik restaurant
Farklı dakika, analitik aygıt
Aroma sürelerinde paçal markalar
Özütleme kafein, pudra kilogram
Karbondioksit almamız gerekiyor deşarj
Bir taneleri muamele göreceksiniz genç
Filiz soldurma dediğimiz makineler
Kıvırıyor ortaya rağbet yol
Olarak inaktive bilgiler hangi

Kitapta ipek kağıt, gramaj karton.

Nihan AYDIN ...*

Sılada Üs

(Varyasyonlar no:4)

- Otelden nereye?
-Ona.


Toprağı aşınıyorum.
Yıpranıyor bankadan rüyalar.
İnsan verseler ne rahat,
Hiç de dert aramaz, bana ne.
Kimse kayayı gelmiyor…
Bir belki içer burada
Bu yer akşam sanki otele.
Ne mi oldu?
Daüssıla bana uzuyor.
Hüzün oyar mı evimi?
Gitmeli daima.
Postahaneden taşınıyorum yurdumu.
Verseler burada haber arası.
Odamı değişmem bir!
Daha bir saat gösterin.
Bilmez pansiyona bulurum keder
Bu yer nedir? Cenneti çöküyor.
Hasret ucuzu mu ne?
İnsan orada sonraki..,
Su gibi içer.


Nihan AYDIN...*

S-evlerdegi

(Varyasyonlar no:3)

Yakınlarınız yeterken çirkindi,

Ve olmadı siz kadar.
Bitmeyen şeyi buldunuz.

Bir işler sevgiyi yılların
Böyle saygılı yüzünden zamanlar
Kalbinizde yanlış dolduran sevgileri
Tutuk çiçekler telaşlarda yahut
Vermeye gelmezdi gecelerde dar
İstemezdiniz duygular
Yalnız sizi umuyordunuz bahçenizde
Anlatmaya kaldı bu
Vaktiniz vardı bütün yarınlara.
Bir kalbinizi tanıdı, olsun.
Her vakitlerde söylemek-siz.
Bile-bıraktınız geniş aklınıza
Bakış çekingen geçeceği
Çabuk açan: az gizli.


Nihan AYDIN ...*

Tamı Yorum Anla

(Varyasyonlar No:2)

Ağlasam duyuyorum

Şarkıların derde bu olduğunu.

Epeyce biliyorum…

Her şeyi yer mısralarımda,
Önce bilmezdim.

Kadar mısınız?
Yaklaşmışım düşmeden dokunabilir,
Ellerinizle mümkün söylemek.
Kifayetsiz misiniz?

Bir anlatamıyorum;
Gözyaşlarıma var, bu güzel.

Duyar kelimelerinse sesimi.

Nihan AYDIN ...*

domatesin integrali

Sevmek, niçin?
Güzel şeylerden bahis açmalı 
Masada ne varsa kazananın diyorlar
Misal saksıda yetişeceksin  
Ruj değer leke, alerjik pembe 
Losyon da öyle, öpüşelim
Yok mu arttıran hanımlar beyler?
Gereklilik kipi gübrelenen gelişim şeysi
Hırslarla karton, eğil oynuyorlar!  
Bildiğim bir düş değil…
Geçim zor, benimle kavga et!
Sen bilir misin “n’olur aşk” nedir?
Bitkisel hayatın bir türevi
Hormonlu domatesin integrali
Estetikli güzelin memesi
Bahar budur ufukta polen
Galileo fena halde yanlış konuşuyor
Düpedüz düpedüzdük ayık kafayla
Önce bilmem nesi göründü sonra duman
Öyleyse yak daha bir akciğer
Biraz bacadan konuşalım arabesk filan
Mevsim hormonsal koma ustası
Çok beygir gücünde otomasyona uğratıldı
Bu şiirde küfür etmeyecektim
Hadi biraz, hadi biraz daha..
Reklam kuşağında tadından yenmez anlarında
Bir bütüne hitabım yok
Üst solunum yollarından hastayım sana
Nezleden sen istikametine devam etmekte
Mevsim serotonin hapşırığın 
Ve sayın kalmakta yolcusuyum anlaman gerek
Kaldırımların kaldıramadığı adımı attım
Ayaklandım 

Sevmek, hiç için?

Nihan AYDIN ...*

19.3.09

La Cucaracha ile Dilencinin Tiradı

Kim ne derse desin,
Acıyı ve seviyorduk şiddeti.
Solunumla organizma devamı..
Darmadağın çanlar değil
Sindirim bizim için.
Çarklar çalıyordu korkmayın siz diye.
Müzik her yerde, soygun her yerde
Madem soyunun bilmeliyim.
Gerçek revaçtaki reklâmlar
Sus payım nerede teşhir?
Af buyur, söylemelisin.
Kopkoyu görüyordum çok,
Kanı ve seviyorduk dövüşü.
Tutunmuş parlak sinekleri yumrukların
Mütemadiyen bitleniyorduk.
Kamaşarak kör olmuş parazitler...
Yayın!
Şeylerden bahsedeceğim pis.
Kutsadığı piçlerin ekşi,
Bu surattan eş anlamlı teneşir
Çürük aramışlar kokulardan düş.
Dişlerim dökülüyor çocuklar
Ki düşlerim de diyebilirdim.
Dilenciyim çok yaşlı bir saprofit
Tek “ş” çengelinde matemleri ezmiş
Gözlerimi yemeyin.
-Gidelim La Cucaracha, var seçeceğim;
Teknoloji yetiyor benim minik böceğim.
Kirpiler limitsiz ofisleşiyor, leş’iyor, eşiyor.
Cildimi besle,
Çok kimsesiz az kimseli bir kimseyim.
Çift-leş-iyor, eş’iyor, yor estetik evrenleri
Ve harikası kozmetiğin şizofreni dünyalar…
Uzay hukuku!
Hak var hukuk var.
Sonra elma var, armut var; hepsinden var,
Ne arzu ederseniz…
Sonsuz bir kesişmece
Sonsuz bir düzüşmece
Derhal inkar etmesin kimse
İşliyor makineleşen bünyeler,
Beygir aritmetiği sağlamdır otomasyon.
Sonsuz bir keşiş indirecek,
Susarsanız ne hoş
Bebek kokusu ayetler
Kusursuz bir istasyon…
Cennetin Powerpoint sunumunu
Keşişle çift tıklayıp indirebilir,
Hadi ne duruyorsunuz
Şimdi beni taşlayabilirsiniz!


Nihan AYDIN ...*

Kafa Kitabı: Yolculuk

Yol hikayesi, yine gibi ve vs özetle. Işıklarla barışık kalmayı becerebildim ve çok da söndürdüm.Kafamın kitabı bunlar, fakat bu sefer naklen benzeri bir şey, ya da değil. Bilmiyorum. Hani nerede o bulutlar, beş altı gün öncesinin bulutlarını istiyorum geri. Mümkün mü? Karanlık bitimsiz sevdiğim. Hep olmayacak şeyleri isteyen yanım. Belli ki kürenize ait değilim. Burda işler çok farklı dönüyor, buraya benim bile ulaşmam mümkün değil bazen. Burası bir garip, burası kendini böyle tanımlıyor.Bir şarkı kaç milyon defa dinlenebilir? Ne güzel sayfalarını çeviriyordum geçen. Geçen'in çevirişlerini istiyorum geri. Mümkün mü?Devamlı gitmeliyim, devamlı gereklilik kipi istemem. Devamlı gitmek isteği. Şu ışıklardan biri olabilme ihtimali. Islak işte her yan. Ben çok ağladım, ama bunu itiraf etmem. Ben bile bilmiyorum çünkü. Hiç damla. Koşmayı çok sevebildim sonunda. Her şey; "acelemiz var", hem de her şey. Geçmişi alırsak geri. Geleceği kim uydurdu. Ve realisttir şimdi. Nasıl anlaşırız bilmem, karıştırarak belki hepsini. Ne çok kullandığım edatlarla, şöyle gibi'li kadar' lı bir şeyler ve bir kaç belirsiz zamir sıfat, ama en çok da rağmen. Bileti elime kim tutuşturdu? Salon durmadan salon, salon durmasın. Korkuyorum, ama bunu itiraf etmem. Belki bir zaman daha farklı olur ve belki bilinmez zamanımızdır o bizim. Herşey çocuklar için. Her şey gençler için. Üç yüz yaşındayım, hiç büyümedim. Ne kadarı kazançtı? Ne kadarını isteyebilirim geri, ne kadarı güzeldi? Ne kadarı güzel değilse bile özlendi? Yine yağmur., bu sene hep onlar suçlu. Bu sene onları vaftiz keçisi ilan ettim. Hepsini bağışlayacağım. Önce kemiklerime kadar rutubetlenmeliyim. Yine kip. İçimdeki çelişik. İçimdeki diktacı. Ben hiç dinlemedim onu. Diğerlerini de dinlemedim.Hep bir isyancı, hep bir asi. Dedim ya en çok da "rağmen" kendime hobi edindiğimdi. Eğlenimlik rağmenler. Ne kadar çok zorlarsan o kadar oyundu. Ne geçti elime? İyice sesszileştim. İç renkleri gördüğümen beri, çok daha kaçar oldum. İç renkler çok kirli onların dünyasında. Ben onları anlamayı hep bildiğimi sandım ya belli ki beceremedim. Buna inanamazdım, buna inanarak yaşayabilirlerden değildim. Başımı ellerimin arasına alıyorum ve olmayan bir ağrıyı geçiriyorum. Olmayanların dünyasına hoş geldiniz. Hani bazısı da soruyor şöyle mi diye? Bilmem, öyle mi? Çok sesli konçertolarla sessizliklerim. Taş devrinde çok gevezeydim. Sonra cilalı dönemde kelebeklerle tanıştım, ama çekirgelerle daha fazla vakit geçirdim. Çok büyüdük sandığımız bir dönemdi, her şey streç ve çilekliydi. Ardından çok küçüklük özlenen bir kaç asır. Bu çok neşeliydi, ilk çağ gibi bir şey. Orta çağda, minimalist bir yaklaşımla prensip sahibiydik idealist olmaksızın. Sonra bir kısım idealler. Bir fetihle yeni bir çağ gördüm, çok gördüm. En fazla vs ve vs'ler. Sonrasında yakın bir çağ, samimi bir çağ. İnanılmaması gerek bir çağ. Sonra da kayboldum.Zaman makinesi icat edileli çok olmadı. İyi günler.

18.o3.o9
o4:oo
Nihan AYDIN ...*

27.2.09

Kusurlu BoŞLuKtA Kusursuz İzLeR

Parçalanmış dönemler kıskacı.
Hepsi de geçmişinden boşanmış, geleceğe imansız...
Sadece ve sadece şimdiyi var edebilme kaygısında cambaz.

"Şimdi"
ne kadar da uçucu bir sıvı.
Ciğerlerle anlık teması ve keskindir kokusu..
Oje gibi renkli, ancak aseton kaderinde dağılgan ve dağıtgan.

"Şimdi"
geçmişin sırtına basacak kadar hırslı
geleceğin ardına saklanacak kadar korkak.

"Şimdi"
bir varmış bir yokmuşculuk oynayan..

Antibiyotik dönemlere parçalanmış anılar.
Her sarsıntının ardından; çokça kelime enfeksiyonuna uğramış faranjit bir boğaz yangını, çürümeye yüz tutmuş bir dişin dolgu bahanesi ardına saklanan uyuşmak ihtiyacı.
Ülserli düşünceler arasında kendini sindirmeye ramak kalmış bir kafa.
Ruhun üstünde seyri izlenebilir pembe alerjik lekeler;
tozlanmış iç raflar infaz edilebilir.
İçine atlayarak intihar eden düşler.
Sigara belki bırakılabilir, ancak çikolataya başlanılmayacağı ne garantidir?
Sonsuz serotonin ihtiyacı..
Herşeye sövülebilir.

ve bir ihtimal daha vardır ki o da ölmek
değildir.

Basittir..

Gülümseyişli dönemlere parçalanmış anılar.
Eğlence tanrısının kahkaha kulları..
Hissedebilmek sanatının duyarlı ve doğurgan tarafı.
Vaftiz edilmiş hisler.
Gamzeli kalyonlarda muzip dudak kıvrımı.
Nazikçe mimikleri giydiren tepki.
Yalancılık payını hesap cüzdanına geçirmese de olur,
riya zebanileri zaten yeterince zenginler.
Fakir ama gururlu bir gençtir ne de olsa neşe..
Ama ne farkeder ki?
Gülümseyişli dönemlere bütünlenecektir ne de olsa bütün anılar.
Anlamı olması gereklilik kiplerinden muaf;
zira anlamsızlıklara da gülünebilir.

Fiillerle sadece uzaktan kumanda kadar bağlantılı;
gülümsersin
ve hayat abarttığın kadar güzel olur..




Kusurlu boşlukta kusursuz izler.. 


Sevgili günlüğüm;

denenmiş ödevimin ithafı sana olsun istedim.

Nihan AYDIN ...*

22.2.09

kapkaranlık bir yıldızda yoğuşma

Her şeyin çift yaratıldığı düzlemimde elbette ki eşsiz değildin.
Çabuk serpildin, telaşlı erişkinlikti sonunu duruşmadan hazırlayan
Acele devşirilişin. Ansız işaretle bayrağım seçildin.
Eksiktin. Hem de
Galeyana gelen isyanın haritasında sayılabilecek eksik.
Devrik bir düzenin heykeltıraşına alelade fakat müşkülpesent esin,
kendini peygamber sanan yeniktin.
Sanrının mitoz bölünmelere şahitliğindeki illüzyonda kesiktin..
Ne kadar yaşarsan bölünüyordun yazık, 
kanama..
Şimdi kapkaranlık bir yıldızda yolunu bulamayan yoğuşma
Değin! Ben olsam bilirdim.
Mecaz duşlar yıkıyor, tertemiz fayanslar öyle gerçekçi oyun 
Anlamazdım ya, riyanın küçük insanları simültane tercüme
Gülüyorum keşfedişin bu çokça kirlenen yosunlu tarihine
Islak. Bitap düşüldü musibet akıllardan.
Ben buyum’ müdahalesinde tıbbın geldiği son nokta çok açık
Cerahat içinde seçilebilir her sıfat sanat kusuyor Latince
Ne kadar tanıksam parçalanıyordum artık
Moleküllerimin her birinin adına düzenlenen ayrı alfabesi
ruhumun imar izinleriyle yağmalanan her metre karesi..
Anlatmaya direniyordum, inşaya direniyordum 
ve direnişten muaftı müfredatlar, zemin etüdünden kırık.
İşte şu ayaklarıma serilen asfalt kadar ayan beyan
Yıkıyor duvarlarını musluk, tuşa geldi komple ritim acıklı
Düpedüz dezenfekte; eni konu üstüne konuşulmuş, pak
Sesler çalgısını almadan ellerini geçiriyor eldivenlerine
Uğurlayışlar neticede parmaklarla ilintilidir.
Basbayağı bir harp bu dile geliş, basbayağı hak!
Buruşma diyorum beyler, 
ısrarla bütün hijyenin sırtında saprofit bir kokuşma.
İcabında bir dakika saygı duruşu
Şen bir duruş eşliğinde fon bir müzik görüntülü hanımlar
Topu topu üç günlük doğa, irikıyım ışıltı
boğuşma ütünün otorite sağlayamadığı bütün eski kumaşlarda.



Nihan AYDIN ...*

18.2.09

Gözü Görmez Düğüm

Ah bir şeylerin kıskacı bu, bir şeylerin..
Asitli kar özlemek gibi de sebepsiz
Yinede ne huysuz bir gitme deyiş
Kollarımızı bırakıp atmalılar, terk etmeliler kollarımızı
bağlarımıza ağlayalım, sevmiyorlar bizi sevmeyecekler
çok sevilmezli bir yanı var diye bu bağbozumunun
bütün üzümleri yakıp şıra yapalım.
Cirosu yüksek edebi düşük küçük riyalar..
İç seslerinizi durulayınız, net çekiyor kanallar
Şaşırmayınız, uyduların oyunbozanı ilanı
duyulur hacimle bağırıyor yazık, kötücül ve masallar.
Kulaklarından tutup çekiyor gökyüzünü, 
Büzülür yüzünde kuşlar, yaramaz çocuk unut!
Kancalarla vicdani aortumuz, küsmenin zamanı gelmedi mi?
Usanmaz taşır aklında kara tahtasını, çok çizmiş
Milyonlarca güzide çarpı
Hem de öyle çok..
Kurdelelerimizi artık çözüp saflarımızı terk etmeli.
Rahat bırakmıyorlar ki şöyle bir gönül rahatlığıyla..
Gönül rahatlığı ender rastlanan bir tür olup çıktı sonunda.
Şimdi sürtük bir huzur, orda burada ses tutmayı sıkı bilen
Parmak uçlarından boşanmalı acele karar
Çok eşlilikle yargılanan parlak gülümseyişler
Süreçler patinajdan anlar tek
Toplamakla bulaşır yamalı suretler
Kelimelerden sadece sızıyor sıvı, 
satırlar düşüyor
hep bir keskin koku, nasıl ama aseton belki alkol
hep kandırmaca gözü görmez düğüm
duyuyorum, süzüyorum ve çözüyorum her kılcalımla
dümdüz sadakat bu, dümdüz şeytanın işi
onların kurma mekanizması vardı saat bazında
ayarı verdin mi gülerlerdi
ayarı verdin mi ağlarlardı
yarım yamalak işte, ne eksiği var ne önemi...
hiç benzeyemedik, tarih yumruk atmayı bilmiyor
bizi benzetemedi.
Pembe cinayetler.. İleri geri
Kaldıysa ne öteye
Anlatsa sokağın piçi
Anlayamayacak dünya niye?
Normali bozuk işte duruyor mercek
Nasıl da daraltıyor, nasıl da dağıtıyor
Kırdığı astigmat tutkuyla kırmızı gerçek
Anıların fazla geliyor 
Fazlasıyla bu ihanet
bir kısmını makineye at yıkansın 
çünkü istemiyorum.
Saldırıyor gözleri her yalan 

ne hüzünlü dehşet...

Nihan AYDIN ...*

12.2.09

Bej Esaret

Gül! Güzel oluyorsun...
Bir ihtimal bunu özleyebilirim.
İzin verdim dişimde ufak ağrı olabilirsin.
Hani biraz vakum
Hani biraz alkollü pamuk
Hadi kanıma karışabilirsin.
Saatlerin ipini çözünce keyifle infaz diyordum
boşuna demem..
İşte bunun için ölebilirim ve gülden dantel örülmüş 
beyazın bir adım ötesine geçiş
ağaç daralır hikayeler gibi, sonra keşif kurtlar
sehpanın dirseklerini kemiren marşlar çalıyor
çekinme, çekebilirsin..
Şimdi müsaade et de 
birkaç tespit ile kısa taksim meselalar... 
Mesela bir cenazeyi, yaşayan bir diğerinden ayıran 
dudak olur olsa olsa.
İki dudağın ayrıldığı yerdeyse, ya söz ya öpücük mesela
Öğrendim, ne sallandırsan method ilkel
güveler çağında yaşıyoruz.
Yoksunluk.. İzler keselenmiş, espriden ve geometrik kayıplar.
bağnaz, aç kemirgenler.
Zanlıyım.
Yalan söyledim ölmeyeceğim.
Literatürden aforoz edilmeli bütün sembolleriyle rigor motris.
Benim rahattan anladığım rahatsız daha çok.
Adaptasyonun her türlü evresini tüketmeli
ve bana öyle tutarsız öyle şiddetle gelmelisin.
Yanlıyım.
Sökükten başla, sök!
Senle ne tatlı uyumsuz…
Baştan anlaşalım büyümeyeceğim.

Kışkırt soluksuzsun madem
Diyorum şarkı bir neşe söyleyelim self-servis
Kirlenmeye karşı koyamayacak hiçbir tedbir
Kopartsan sehpada biriken ölülerinden ancak toz
Onlar sallansın biz eğlenelim
Ne kadar şahit sayma sayısı, o kadar dava. 
O kadar ki büyük! O kadar yoz..
Böceklerin üşüştüğü hallere inadına..
İnadına hallerimden vazgeçmem!
Seni çözmeyeceğim dokunulur mesafe tutsaksın sen!
Sürünürüm yine de 
ben böyle özlerdim, böyle hep başka telden alaturka
bilirsin.

Astığım! Sana seslenip duruyorum
İhtimal, mandallarında  
Hadi kanatlarımı yarat ve sonra hep susuzluk nasılsa
Tutturup duruyor içimde ihtilal, kırık derece
zincir çekiyor o anlara kanalize kuşak
hiç uyumuyorum hiç uyanmıyorum
burada her yer kırmızı, direnmek yasak.
Zorluyorum efekt veriyorlar 
Buraya atıyorlar yağmuru bana sökmez iltihap
Şimşek geldi dağılmadan pencere önü
Sebebim olmak üzere bu dengesi bozuk bej darbe
Solungaçlarımı verin geri, cesurum alabildiğince 
ondan korkuyorum, ondan bu ihtiyat.

İzlemek yağıyor ortalık yerde 
Masumiyet çoktan çürütülmüş bir tez.
Aslında değilim
Ben değilim
Koştum kere kaç bilmem
Onu da sen çözümle…
Üzgünüm ama söylemeliyim,
şimdi iki dudağa bakıyor, mesela aşk.


Nihan AYDIN ...*