9.12.09

Aşk Düşü Deyince

Amiplerin fetih turu. Denemesi yok.
Bu geleceğin önceden verilmiş kararı, bu geleceğin emir kipi. 
İstila.
Evrim görse, inan çok gülecekti.


Şakaşakaşakaşakaşaka
Şaka diyorum;
ki o kadar harfe bir aşk etmiyor.

Korsenizi sıkın. 

Kırlangıçlar kırılıyor denilince bir romantizmi yok,
aklımı affet ona sadece zeytinyağı geliyor.
İsmini bilip kendini seçmediğimiz kuşlar şiirden ve edebden kuruş etti.
Belgeseller sadece gözlerimizi yıkıyor.

Bu onların dünyası.
Onlar: onlar,
bizse: biziz.
Bunun lamı var cimi yok.
Öyle mikroskobik hadise,
boşuna mı diyorum amipler vs
ve lamı varsa olacak muhakkak lamel.

Uzaylılar geldiğinde her biri şaşıracak.
Onların onlar olduğu onlar da konuşacak; 
derken biz uzaysızlar garip canlılarız.
Ellerimizi sallarken ve türümüze hipotenüs kadar alaka
konuşturulurken elleri manasızca manaya mana katmaya 
çalış çabala sonra bak uzaktan
komikiz işte.

Şaka şaka şaka

Ne taraftan okunsa etmiyor o kadar k, o kadar a, o kadar ş
etmiyor bu kadar kaş aşka.

Begonyalar gülleri ele geçirdi,
Hiç bir duygusu kalmadı artık.
Aklımı affet bitki deyince ona salata geliyor.

Adını bilip kendini bilmediğimiz çiçekler kokmuyor artık.
Adını bilip sesini bilmediğimiz kuşlar ötmüyor artık.

Artık uçan bir biz kaldık.
Onlarsa..,
boşver onları.


Nihan AYDIN ...*

Gördüklerimiz Gerçeğin Hiçidir

Şimdi tüketilen şurup. 
İletişimsizlik akıllarda soru yüklü deve.
Ve böyle tanımlanarak devam edilebilir her ne..

İşte diyordum sabah bulunmuştur,
zamanı tüketilmiş bir ışık. 
Aklımda koca bir şemsiye, a.
Gerçekler hakaretlerle yüzleşiyor köşelerinden itibarlı
gerçekleri neyimize yetmiyorsa kuşatmalı
bütün yazılar kıvrım yapılabilirken
işte origami gemiler
işte bizimkiler.

Şu çukuru kazın, 
istikamet olabildiğince dibe. 
Bütün yaralar ebelenebilir sobelere ve kömürler ateşlerine renklerine, çizilenler kıyılarına köşelerine denkleşince kadar
sesler savrulsun dursun istikbalde.

Yok diyorum sus diyorum konuş diyorum komutanı kendinden çıkar kendine devret bırak diyorum. Renk geliyor kırmızı dikenler üstünde gezinen karıncalar sonra telleri üstünde ütüsü bozulmamış suratlar ve fırstaları kaçırılanlar. Hiç bir sokak olmasın ki kurtulmamış tenimizden, gecelerimiz ışıklarının sırtında asalak gecelerimiz binalarda tutsak. Beton kokusu çim adamdan daha tanıdık bir suratla yüzleşilmeden önce asıyor canlılık çekişirken kendinden bir parça ısırık kapma pahasına. 

Bir bozuk para dönüyor takla takla takla hep böyle. Devrilmeden önce hep helezon ve görünmez mimariler ipleri çekiliyor. Ardından soğuk olsun uzun bir aracın camından görülen bilindik ve hepinize de aşina gelecek karanlık mezarlıklar bir de sis ve beyaz olsun. Bu direklerin radyoaktivitesi izimizi kaybetsin bacalar sus ve griyi kirletilmiş bir hayal gibi itebiliriz. Yol kendini doğurarak ilerleyen bir ırmak gibi kapiler bir emrin peşinde kendine yapışkan ve dışına dağılgan kayarken uzaklarımıza düşecek bombalar ve mezarlıkalrın arasında ancak doğa çiçekleriyle suçsuz gibiymişçesine fakat yeşil ve uzun ağaçlar alerjisi seyredeceğiz. Huzuru seyretmek. Bilmem ne fobia nın gölgelerinin hayali bir çerçevede bakışlarından geçtiğini düşünerek, yine aynı her şey fakat her kez gitmiş ve bunun varyasyonları ayrı modifiye gerçekler. Üstlerinde başlarında maskeler sana bakıyorlar kaçılabilir mi senden ey oyun ki bu en garip ama huzurlu ve garip ama korkutucu yerindeyken. 

Sallanıyor kolları terazinin. Uyumsuzluğun ve karşıtlığın müthiş dengesi. Bir aşağı bir yukarı zincirlerde tutunmuş kefeler öyle ilerliyor durmaksızın. Bir aşağı bir yukarı. Bir sabah diyorum yahut bir akşam üstü hayali olsun. Sonra kocaman bir pencere ve ısıya inat bir soğuk cam ve düşmeyen sıvılarda kuşatılmış bakmalar ve teoriler çürüyenler toprak kokusu. Hepsi sırt sırta vermiş aynı anda hepsi kenet olmuş sonra bakılır ki bu bir zincir ne kopabilir ne kopmak ister ne de nereye bağlandığı görünebilir. 

Gördüklerimiz gerçeğin hiçidir.

Tamamı başka bir atmosferi tüketiyor.

Görebildiklerimizin aynası meşrulaştırılmış kabuller.

Ama koyu renkli bir yokluğun içinden ışıkla dolarak bazen sır verircesine söyler.

Deşifresi için çok uğraşıldı, alengirli cümleler ve renkli naiflikler. Oysa bilemediler, bu kendisi aktı gitti.

Kendisi hiç susmayan bir ketum
ve deli düşü.


Nihan AYDIN ...*

Kim Düşü?

Kim düşü...
Nasıl anlarsan öyle.

Boğazda yeşil kaşlı, lacivert tenli, kırmızı sessiz bir kene.
Süründüğümüzdür deriler yağlı gliserinli serinsiz şeyler, 
terleridir tenleridir deliler.

Susmuyor, sonra vicdan sonra mi notası.
Kaşıklarını alıp geldi hem ondan. Ne kadar çürütürsen ego payı.

Yankısı isminin kukla hesabı. 
İpleri düğümleyin, çözün, köreltin. 
Yumurur, yumrudur lenften kökler. 
Mayamız olsun. Çoğalalım. Hayır! gibi bitelim gökten. 
Sallanıyor raylar püskülü gibi mısırın.
Devrildiğimiz bir anıtız, kimseye es hesabı yok.
Bizimle oynadılar, 
ve buna başladı çukurlar.
Bir şey diyordum unutacağım 
işte bu kadar.

Çekiyor ıslak loş ve yapışkan,
toprak kokusu tohumun yas bayramını öpüyor.
Ellerimiz kirli, ellerimiz değişken.
Ama desin biri gırtlağıyla sohbetken
karşısına alsın
siz heykelleşin siz dertleşin
ve biraz da siz olun.
Birisi biraz sinirlensin, siz bizken.

Sakat sözleri atlıyor kıvrımsız çarpışmalar
önce gözleri acıttılar.
Biberi bilir misin, göz kapağının altında yetiştirilir.
Modifiye bir kış rüzgarı eser
dondurmaları eritir.

Şimdi küselim.
Barışın sakat tanrısı, meydanın muharebesinde dişlerini unuttu.
Sıkılmayın zaten takmaydı ve takılacak kemiği yoktu. 
Çoktu diyerek anlatılacak çoktu.
Sonra ezelim, sonra güzelim
sonra üzerim. 
Olayın ana fikri belki buydu.


Nihan AYDIN ...*

Bu Deli Düşü

Kızmayınız.
Sırtında üç beş kirpisi bulunan bir akıl yüzünden.
Benzemeyiz biz, küsmeyiniz.
Bunlar saçmaladıklarımız olsun. Senin, benim, onun. Hangi birimizden düştüyse deli düşü.
Ben toplarım. 
Her şey dağınık kalsın güzel.

Şuurun şurasına serip sergimizi, devam ettiklerimiz olsun; öyle mi?
Gezilebilir sonra, bakınız herbiriniz bir dünya eseri. 
Eser miktarda kaldı içlerinizden siz.
İçlerinizden geçiyor hangi biri her?
Hem biri hangi her?
Üstelik her hangi biri...
'ler.

Boşveriniz. 
Altına kaçırdıkları olsun bunlar bilincin. 
Söz hiç durmadı diye anlamadıklarımız. 
Aklın bizden bağımsız yazdıkları susmasın saati söylendiler.
Bunu hiçbirinize yakıştırmayacaktık söylenmeseydiler.
Çelme takmaksızın da düşler düşer.

Değil mi ki mavi bir kap altından yürütülen sesler,
var ki sözleri ikisi ikisine bağlamayan ve'ler,
öyle ki bağlacı olmayan bizler,
ekler eklemler eklenenler.
Yok ki böyle bir sus.

Dinler misiniz ,
akıl hiç susmaz.
Bir olmadık cümleyi hiçbir anlama katmaksızın yaşatır durur bazen.
Sonra kırptığı sesleri vardır yine tüm kalmış.
Radyoaktif kalıntıları vardır zihnin,
yarılanır yarılanır ve bu böyle sürer. 
Düşler sadece virgüllerin arasına biriken insan tozu.
Deterjan sanayii insanlık için çok şeyler buldu.
Hijyeni bol kitleler ve temiz düşünceler orduları doğdu, 
işte bu icat etmek için programlı.
Kabullenişin altın çağı, normalin yükselişi ve hiçbir suya sabuna kırılma indisi takviyesi.

Su ister misiniz bazen?
Zikzaklar çizerek yerimize gidebilecek köşe bulundu belki. 
Yürümek diyorum unutmak gibi. İzin olsa izinden gidilmeyecek.
Kambursuz parçalansın kelime birbirine.
Müziğe durulmaya başlansın.
Bir ihtimaldir bu ağır ve aheste.

İtiraf edelim hepimiz gibidir bu susamayış deride ve içerde.
O konuşsun durmadan,
manaya kılıf aramaksızın,
utanmaksızın
ve -sızın ile bitecek korolarca o konuşsun.
Suskunluklarımızla takdis edelim biz de.
Diyelim ki bir bilinçaltı şakası,
adı'mı 

deli düşü.

Nihan AYDIN ...*