6.10.09

Sersem Kuşun Fıkrası

Gözleri yitikti, asitli ve yağmursuz. 
Körlük, dilin kemiğine kadar yakıcı ve siluetlere çaresiz yabancı.
Sersem kuş uçtu,

tu onu sersemleten. 
Sonra bir çatıya kondu, 
bütün fiillerin anlamı kayıp
ve her yer leş gibi karanlık.

Biz neredeyiz dedi mi?
Burası zamanın neresidir?
Ve saatleri çöpe dönüştüren, bilinçsiz bir aklın lanetidir.

Sonra o gelmiş olmalı. 
Peki ya o kimdi?
Yüzü nasıl giyinmiş? Sesi hangi perdeden?
İsmi ne olabilir? Ne olmayabilir?
Ne konuşulmuştur da ne kadarı söylenmiştir?
İki dudak ve muallak.

Sersem kuş unuttu.

Parçalı bulutlu boşluklar. Hepsi inatçı susmakta. 

Bir rivayete göre bu bir fıkraydı, hep olduğu üzere. Üstüne düşünülmemiş, fazlasıyla gülünmüş. Bir seziye göre kuş gülmüş olmalıydı, hem de boğulacak kadar çok. Fakat hanidir ki şu, hükmetme hastalığı. Böyle bir arazda kim kime düşmandır, sorulmaz. 

Öncesinde yabancı bir kadın. Yabancılığı ne kadar?
Nasıl başlanmıştır kelimeye, nasıl dinlenmiştir?
Yardım. 
Hayır, ben sizi anlamıyorum, kuş dilinde konuşmalısınız.
Az biraz kanatlıyım, birazdan ise kör. 

Sersem kuş uçtu, uçtu, uçtu..
Boşluk.. boşluk, ..boşluk...

Ertesi mevsim, çanları duyabilirsiniz.
Sağır olmanıza gerek yoktur.
Bu fırtınası şiddetli bir mevsimdir.
Mevsim mi fırtınanın içinden çıkar, fırtına mı mevsimin içinden?

Her şey üç satırlık... Gerisi komple kayıp.

Sırada kahkahanın sahnesi, yalancı.


Nihan AYDIN ...*

Hiç yorum yok: