21.1.09

Çöl ve kumarbaz / Çöl denemeleri 10

Bir çağın kapandığında dair dedikodular dolaşıyordu tekinsiz dudaklarda. 

Yürekler kavruk devrimleri dövüyordu.
Göğün yüzünü döktüğü gök! Pul pul derileri tabanlarımıza yapışan yıldızlar!
Işık tarlasıydı bir zamanlar buralar! 
Sonra geride kurak ve aç bir kaç deniz kaldı. Ne kadar tuzla beslese de yaraları, hiçbir göz pınarı gözlerini doyuramadı. Onlar hiç ıslanmadı!

Çöl durmuyordu, gülüyordu.
Hiçbir adres kayıtlarda birbirini tutmuyordu ve nasılsa söylenceler hep bir şekilde yarım kalıyordu. Birileri bin bir gece söylenecek masallar yazıyordu kuytu köşelerde. Belli ki boşuna yazıyordu! Belli ki boşuna yazıyordu(!) son nefesini kuyruklu hecelerde, üç kuruşluk ucuz şaraba gençliğini tüketmiş fahişe gecelerde. 

Ayazdan, sert bir keskiyle şekillendirilmiş, baştan üç çentikli zarlarla düş-eş’ler tutturmaya sallanıyordu hisleri uyuşan eller! 
Hazin bir sonu kılcal damarlarıyla içen, 
tenlerin, 
bilmecelerin,
hafıza palasta en sepya karelerin, 
tarihleri takvimlerde çizilmiş gazete kupürlerinin 
kaydını tutan eller! 
Morarmış tırnaklar sokağında düş’ük lü eller tablosu. 
İşte ironinin salto atmayı bilen en artistik sarsılışında, 
kafasının diskleri kaymış bir müzisyenin en gümbürtülü konçertosu. 
İşte yarısı çıkarılmış sözler! 
Hiçbir yeşil örtünün düşüne düşmemiş şanstan talihten kemikler. 
Ve nihayet kumarbazın ellerindeler.
Kumarbaz avuçlarının iklimine dağılan kader çizgilerinde, 
daha önce dinlediği bir kehanetin peşinde, 
geçmişle geleceğin kesiştiği birkaç dejavu sahnesinde,
bileklerinin keskin devinimleriyle 
dünyayı salladı ellerinin içinde!
Bir soru kaldı geriye;
Sihirbaz nerede?
Bir gece yarısı doğum sancısı tutan dilekler, bütün cehennemleri içip camdan bir kule inşa edecekler.
Teni teniyle dikenli tellere sarmalanan kumdan mahkemeler, bütün rüzgarları yutup fırtınayı biçecekler. Ve ardından bakışlarını dar kaldırımlara düşürmüş tüm güvercinler gibi aradığını bulamamış gidecek tüm seyirciler.
Göğün yüzünü döktüğü gök!
Bulutlar senden taşındı!
Bir camdan Atlantik yapacaktım, 
elimdeki bir parça, 
kambur erozyonlarda aşındı.
Zaman bedenini kuyudan aşağı sarkıttı, ıslanmadı; yandı.
Teni teniyle örtüşen tanelere ılık sarmalandı yel. Dinlemedi hiç kimseler.
Issız köşeler fısıltılarına devam ettiler. Bir çağın kapandığına dair dedikodular dolaşıyordu tekinsiz dudaklarda.
Yeşil örtünün üstüne düştü küçük bir kırık ayna.

Nihan AYDIN ...*

Hiç yorum yok: